7 Haziran 2015 Pazar

"OY'un"a Gel. Gel Hele Gel Gel


Ön not:Bu yazının başlığına ilham olan, belki birçoğunuzun bildiği, durum şudur; http://youtu.be/_ZYGPnXs7Hg


Bu yazıyı yazmak için çok bekledim.
7 Haziran'ı bekledim.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Bugüne kadar büyük bir bilgi kirliliği sosyal medyadan, gazete köşelerine kadar havalarda uçuştu.
Tablolar, oy hesapları, milletvekili sayıları, "neden"ler, "nasıl"lar, "ne için"ler...
2002 öncesi merkez basın nasıl AKP'yi şişirme politikası izlediyse, şimdi de HDP tüm merkez basının tam da merkezinden halka poh pohlandı.
Dün AKP'yi öve öve bitiremeyen, dönek solculardan, liberallere hatta Fettullahçı yazarlara kadar herkes oyunun HDP'ye olduğunu açıklama ve bunun ne kadar haklı ve meşru olduğunu kanıtlama yarışına girdiler.
Kimler yok ki bu yarışta;
"Yetmez ama EVET"çi Cengiz Çandarlar, Hasan Cemaller...
"Şu vatanı bir kadın memesine değişirim" diyen Ahmet Altanlar, Yasemin Çongarlar...
Fettullah kalemşörlerinden Nazlı Ilıcaklar...

Tüm bu psikolojik yönlendirmeler içerisinde, düne kadar tek bir siyasi söylem üretmemiş, İTÜ, Boğaziçi, Galatasaray, Mimar Sinan mezunu, 9 Eylül Konservatuar mezunu "dost"ların, bir anda neden HDP'nin ülkeye barış getireceğini anlatan, neden HDP'ye "OY'un"u vereceğini anlatan mesajlarını okur olduk.
("Sosyal ortamlarda CHP'ye verdim dersin" diyen müthiş zekice(!) ironileriyle birlikte.)

HDP'nin barajı geçmesinin gerekliliğini, AKP'nin güç kaybetmesinin tek ama tek yolunun bu olduğunu okuduk.
"Barış"ın tek çaresinin HDP olduğunu, barajı aşamazsa çok kötü şeyler olacağını okuduk.
Üstelik bu söylemleri üreten bazı arkadaşlar da bir zamanın "AKP iyidir abi, ekonomi iyi baksana..." diyenleri, "Yetmez ama EVET"çileri, sonradan "SOLcu"ları, ya da hayatları boyunca tek bir siyasi veya ideolojik kitap okumamış insanlar...
Birçoğu aslında 2013 Haziran Gezi hareketinden sonra politize olmuş, bilgi ve ideolojilerle değil duygularla çıkarımlar yapan güzel kalpli arkadaşlar.

BİZ, HDP'nin nasıl bir projenin parçası olduğunu anlatmaya kalktığımızda ise, o büyük ve engin bilgileriyle(!) bizi aydınlattılar diyemeyeceğim ama bir çırpıda BİZi "faşist" ilan ettiler.
"HDP'nin barajı geçmesinden korkuyorsunuz..." diyenler dahi oldu.

Aslında öyle bir süreçten geçiyoruz ki; 40 yıllık dostlukların, bu tartışmaların altında ezildiğini, çatırdadığını, 
insanların, geçmişte mücadeleler vermiş, bedeller ödemiş güzel kalpli dostlarını nasıl da bir çırpıda "Kürt düşmanı" ilan ediverdiğini gördüm.

Oysa o güzel insanlar; sosyalist, emekçi, adil ve güzel bir Türkiye'ye uyanabilesiniz diye bedeller ödemişlerdi.
Kürt, Türk demeden tam bağımsız, kardeş bir ülkeye uyanabilelim diye...

Bizler de bu bayrağı çocukluğumuzda devir almıştık. 
"Kürt düşmanı", "Faşist" vs. ilan ettiğiniz BİZler;
Grup Yorum'un, Kızılırmak'ın, Ahmet Kaya'nın şarkılarını kasetlere kayıt edip çoğaltarak büyüdük.
16-17 yaşlarında çıktık dağ köylerine siyasi çalışmalar yapmaya.
Emeği, sömürüyü, Kürt-Türk kardeşliğini anlatmaya...

———•———

Şimdi işin bu duygusal ve insani kısmını bırakıp, bugünü bilimle irdelememiz, "Gerçek" ile sorgulamamız gerekmektedir.

Bugün, üzerimize vazifedir;
Durmadan, soluğumuz kesilene kadar "Gerçek"in peşinden gitmek ve bunu meydan meydan bağırmak, haykırmak...

AKP bir projeydi, peki ya HDP?

20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi kapaktan duyurdu; "Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor"

16 Şubat 1997: Cumhuriyet Gazetesi'nden Leyla Tavşanoğlu,
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek röportajında
Bir yanıt şöyle: "Perinçek: ABD Tayyip Erdoğan'ı Başbakan,
Abdullah Gül'ü de Dışişleri Bakanı yapacak...
"

5 yıl 8 ay sonra, 3 Kasım 2002 tarihinde, aynen öyle oldu:
Tayyip Erdoğan Başbakan ve Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı oldu...

Özdemir İnce, 21 Nisan 2007 Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde, "Şu Feleğin işine bak!" başlıklı yazısında bu durumu doğruluyordu.

AKP'nin, emperyalist bir projenin kurucu yapı taşı olarak kurulduğu, bir proje partisi olduğu daha sonra bizzat AKP kurucusu kişiler tarafından da dillendirildi.

Bu süreçte Tayyip Erdoğan da 34 farklı yerde "Büyük Ortadoğu Projesi"nin eş başkanlığını yaptığını gizlemedi.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Kendini "Sosyalist", "Aydın" ya da "Barış"tan yana "Özgürlük"ten yana olarak tanımlayan arkadaşım.
Bu kavramların tamamı, halkına gerçekleri ne kadar önceden gösterebildiğin ve emperyalizme karşı nasıl durabildiğinle alakalıdır.

Milli hareketin ilericiliğinin ölçütü emperyalizme karşı tavırdır.
Bunu Lenin, 1920 yılı Temmuz ayında Komünist Enternasyonel 2. Kongresi'nden başlayarak ortaya koymuştur.
28 Temmuz 1920 günü kabul edilen ve Lenin'in önerdiği 'Milli ve Sömürge sorunu üzerine karar'da, dünyanın Ezen ve Ezilen Milletler olarak ikiye ayrıldığı saptanır.
Bu, emperyalizm çağının temel karakteridir. Ezenler emperyalist devletlerin milletleridir.
Ezilen milletlere örnek olarak ise üç ülkenin adı verilir; İran, Türkiye ve Çin.
Komünist Enternasyonel bu kararında, Ezen ve Ezilen Milletler ayrımının "bütün tezlerin ana fikri" olduğunu belirtir. (Bkz: W.I.Lenin, Toplu Eserler, 7.basım Berlin 1978, s. 228-229)

Peki bakalım peşine takıldığınız HDP bu temel kavramın neresinde duruyor;
Öcalan PKK'nın yayım organında ne diyor;
"Clinton ve ilişki içinde olduğu Irak Kürt liderleri Suriye'de bulunmamı kendi stratejik amaçları için uygun görmüyorlardı. Çünkü Kürdistan ve Kürtler giderek kontrollerinden çıkıyordu. İsrail de bu durumdan çok rahatsızdı."( kim tarafından kontrol edildiğinin itirafı)
"Kürdistan'ı kontrol altında tutmak, özellikle Irak'la ilgili planları için...Suriye'den mutlaka ayrılmam gerekiyordu."
(Kaynak: Özgür Gündem, 15 Şubat 2013)

Peki Suriye'den ayrılışında İsrail'in rolü için ne diyor;
"Çıkışın az öncesinde İsrail istihbaratı dolaylı yoldan ısrarla Suriye'den çıkmam gerektiği mesajını vermişti."
(Kaynak: Özgür Gündem, 16 Şubat 2013)

"Suriye'den itibaren benim içine girdiğim süreç, NATO'nun içine girdiği süreçtir.
Bu süreçte, NATO'nun özel operasyon birimi yarafından kontrole alınma durumum vardır. Suriye'den çıkıp Yunanistan'a çekilirken bile oradaki NATO görevlileri etkili olmuştur.
Bu süreçte benimle muhattap olan hem askeri hem sivil kesimler NATO'nun elemanlarıydı.
İtalya'da benimle ilgilenen grubun da NATO'yla bağlantıları vardır.
Yunanistan'a son gittiğimde de NATO'nun ve ABD'nin askeri çevresi etrafımdaydı.
Bu anlamda Avrupa'da benimle ilgilenen NATO'nun çekirdek birimidir.
Kenya'ya gönderildiğimde beni karşılayan Yunanistan Büyükelçisi Kostulas; 'NATO'da 20 yıldır seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum' dedi.
Görünüşte her ne kadar Türkiye'yi bilgilendiriyoruz deseler de, Yunanistan istihbarat şefi, Bahy Kolenderis ve Kostulas, her üçü de azılı Türk düşmanıdır...
Bu ekip daha sonra beni Türkiye'ye pazarlamak istedi ve sonuçta beni enterne eden de NATO'nun Gladyosudur.
İnisiyatif ABD'lilerin elindeydi. ABD'den komplodan sorumlu kişi Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Sandy Berger'dir.
İmralı'da benim için ABD'nin arkasında durduğu ve AB'nin kontrol ettiği bir sistem icat edilmişti. Sistemin kurgulanması İngiltere'ye aitti, icrası da Türklerin payına düşmüştü."
(Kaynak; Özgür Gündem, 23 Şubat 2013)

Sanıyorum ki içinde bulunulan durum, birinci ağızdan net bir şekilde açıklanmış, itiraf edilmiş.

Şimdi anti-emperyalist duruşun neresindesiniz? Neresindeyiz?
Bizim peşinden gittiğimiz tek şey bilimsellik ve anti-emperyalist duruştur.
Bilimin kalemi olmaktır rolümüz.
Kimileri gibi keleşe şarjör, şarjöre mermi rolünde değiliz. 

Hani Gezi olaylarında yitip giden nice genci anıyoruz, ailelerinin acısını hissediyoruz değil mi?
Peki, Hakkari'ye tayini çıkan öğretmen nişanlısını, İzmir plakalı arabasıyla ziyarete giden İzmirli mühendisin, sırf İzmirli olduğu için Hakkari çarşısında PKK tarafından ensesinden vurularak öldürülmesini nereye koyacağız?
Bu faşizanlığa ortak olmak anti-emperyalist duruşun neresindedir?
"Barış", "Kardeşlik" , "Aydınlık" bunun neresindedir?

PKK'nın Bekaa'da sözüm ona yargılamalar yapıp kurşuna dizdiği, infaz ettiği binlerce Kürt yurttaşın ailelerinin acılarını da paylaşıyor musunuz?

Yüreğinizdeki güzel insandan, akan çamurlu sele kapılıp uzaklaşıyorsunuz.
Bu uğurda en yakınınızdaki insanları kırıp geçirmekten dahi çekinmiyorsunuz.
1844 El Yazmaları'nda Marx'ın dediği gibi "İnsanın insana yabancılaşması"...
Kendinize yabancılaşıyorsunuz.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

———•————

İşte bu noktada HDP'ye biçilmiş bir rol bulunuyor.
Bu rol Abdullah Öcalan'ın ABD tarafından Türkiye'ye teslim edildiğinde tanımlanmış bir roldür.
Bir pazarlığın sonucunda tanımlanmış bir roldür.
Yakalanmasının hemen ardından idam cezası kaldırılmıştır.
Dönemin hükümet ortaklarından MHP lideri Bahçeli de yapılan pazarlığı doğrulamakta ama "biz şerh koyduk" diyerek kendini sıyırmaya çalışmaktadır.
Nedir bu pazarlık?

"HDP, Abdullah Öcalan'ın bir projesidir." diyen bizzat HDP başkanı S.Demirtaş'tır.
HDP Öcalan'ın projesi filan değildir.
Hakan Fidan'ın, MIT'in, doğal olarak da bu yapıları kontrol eden ABD'nin projesidir.
Bu yolda, PKK'nın içinde dahi buna dur demek isteyen kişiler, bizzat MIT, CIA ve PKK ortaklığı operasyon ile ortadan kaldırılmışlardır.
(Bkz: Sakine Cansız cinayeti; http://youtu.be/E5LfPtJilYc 
Bu konuda ayrı bir makale yazılabilir. Bu cinayet hem cenazeleri şova çevirerek akan suya su katma, hem de suyun önüne dikilen taşları ortadan kaldırma anlamında iki kere manalıdır. Bu konuda araştırma yapıp belgelerle Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuş kurum, kuruluş ve kişiler vardır. Araştırınız)

Bugün İmralı tutanaklarında "Tayyip Erdoğan'ın başkanlığına sıcak bakarız." diyen,
"Bu 10 madde hayata geçirilmezse, hayatınız boyunca görmediğiniz 50 bin kişilik sokak savaşları çıkar..." diyebilen ve MIT'in, CIA'nın, ABD'nin desteğiyle kendini bu kadar güçlü sanan (ve aslında verilen rol ile güçlenen de) Öcalan, bakın 2000lerde ne diyordu;

"İsyanlar tarihi iyi bilinmeli ve doğru algılanmalıdır.
Geçmişte yaşanan isyanlar ilkel milliyetçiliğe dayalıdır. Bazıları benim için Kemalizm'e kayıyor diyebilir. Kemalizm düşmanlığı Kürtlerin lehine değildir. İlk Kürt isyanları Batı'ya dayanıyordu.
Söylemek istediğim şudur; O dönemde hem Kürtler üzerinde hem Türkler üzerinde emperyalizmin oyunu vardı. O zamanki isyanlara önderlik edenler bunu görmediler.
Önderliklerin gerici yanlarını görmek gerekir. Bu oyun hala devam ediyor.
İsyan Kürt egemenlerinin yaklaşımıdır. Barzani ve Talabani'ye dikkat edilmeli. 
Kürt halkını da Kemalizmi de bu hale getiren isyanlardır.
1919-1924 sürecini anlatan Doğu Perinçek kitabı okunmalı. (Doğu Perinçek, 'Kemalist Devrim - Kurtuluş Savaşı'nda Kürt Politikası, Kaynak Yayınları. kitabından bahsediyor)
Mustafa Kemal 1919'da Kürtlere bütün özgürlükleri tanıyacaktı. 'Oyuna gelmeyin' dedi.
'Kürdistan devleti kurma oyununa, Ermeni devleti kurma oyununa gelmeyin.' dedi.
Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin bütün özgürlükleri tanınacaktı.
Doğrudur, Atatürk stratejik açıdan yaklaştı. Bu 24'e kadar sürdü.
Şeyh Said isyanı taviz koparma amacıyla Kürtleri ateşe atmıştır.
Bu isyan Kürtler için büyük felaket oldu.
Barzani ve Talabani böyle ortaya çıktı. Kürt namusuyla oynandı, ateşe atıldı.
Bush ve İngiltere böyle yaptı, 'Kürtlere devlet vereceğim' dedi. Bunların hepsi hikayeydi.
Sonuçta içinden çıkılmaz bir Kürt ve Kürdistan sorunu doğdu. Sonuç trajedidir. Bu tarihi açmak gerekiyor.
1925 isyanı ve bastırma, iki taraflı şiddet, Cumhuriyet ve Kemalizm'i olumsuz etkiledi ve demokrasi kaybetti. 1924'e kadar Mustafa Kemal'in çizgisi önemlidir. Kürt isyanları devreye girince Cumhuriyet tökezledi. Mustafa Kemal bilinçliydi; bu işbirlikçileri tanıdı.
Mustafa Kemal'in Cemile Çeto için 'Kendi halkına bu kadar ihanet edenin bana da hayrı olmaz' dediği söylenir.
Cumhuriyet ideolojisine aykırı değil. Türkiye'ye en iyi yardım 1925 Musul-Kerkük oyununu bozmaktır.
...
Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı'ya sahip çıkılamıyor. Burkay gibiler Avrupa'da yaşıyor....
Görüyorsunuz, en değme Kemalistler harcandı. Bu cinayetlerde İran'dan medet umuyorlardı. Son derece duyarlı olunmalıdır. 28 Şubat süreci önemlidir.
Aslında Kemalizm'i yeniden incelemek gerekir. Kemalizm'de Kürtlere yer olduğu kesindir. Kemalizm'in güncelleştirilmesini iyi irdelemeliyiz..."
(Bkz: PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan yoldaşın değerlendirmesi, Serxwebun sayı 222, Haziran 2000)

"Kürtler üzerindeki ABD mandacılığı hazırlığına kimse Sosyalizm, Marksistlik ya da Devrimcilik etiketi yapıştırmasın."
Uğur MUMCU

Aydın ve Devrimci duruş, durumu partiler veya ırklar bazında değil,
bölgedeki emperyal güçler ve karşı güçler, halkları ezen kuvvetler ve buna karşı duran kuvvetler denkleminde değerlendirmeyi gerektirir.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Hani dört nala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket BİZim ya güzel dostum...
İnsanın, insana kul olmadığı bir dünyaya özlem,
Bu davet BİZim ya...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret BİZim ya değerli dostum...

Şimdi, BİZ...
HDP ile devam eden oyunu işaret ettiğimiz için;
"Kürt düşmanı" diye nitelediğiniz...
"Irkçı", "Faşist" diye yaftaladığınız BİZ...

Bu topraklarda, bu kan denizinin dalgalarında haykıran;
Geçit yok...
Geçit yok. İsyan var...
Geçit yok Amerika'ya, geçit yok Emperyalizm'e...
Yetti artık sönen ocaklar, akan kardeş kanları...
Soracağız hesabını...

Haykırıyoruz BİZ bir kez daha;
Katil Amerika
Katil Amerika
Katil Amerika...

Buralarda BİZ varız. 
Türküz,
Kürdüz,
Arabız BİZ.
Anadoluyuz BİZ.

BİZ varken, geçit yok Amerika'ya...
Halkız BİZ...
Ve elimizde kalemimizle hazırız;
Sıkılmış yumruğumuzla,
Kenetlenmiş dişlerimizle,
Öfkemizle,
Emperyalistlerin önüne vücudumuzu atmaya hazırız.
Geçit yok Amerikaya...

Sömürü, işgal, istila varsa
"Ya İstiklal ya Ölüm!" diyenler de vardır.
Varlar...
Var olacaklar...


Not: Bu yazı, ödedikleri bedellerin sahipsiz olmadığını bilmelerini istediğim Nevin Ulusoy ve Celallettin Ulusoy'a atfetdilmiştir.