21 Aralık 2012 Cuma

Bir Akşam Yemeği

Dünya'da ne kadar çok özel insan var...
Güzel ruhlu insanlar...
Bu akşam onlardan birinin evine davetliydim.
Endonezya yemeklerine eşlik eden kırmızı şaraplarımızın yanında çok hoş ve derin muhabbetlerin içinde buldum kendimi.
Nürnberg'teki ev sahiplerim Bay ve Bayan Marshall.
Kuveyt, Endonezya, İran, Çin, Amerika...
Daha bilmediğim bir çok ülkede birlikte yaşamış, hayatın yükünü birlikte üstlenmiş iki özel insan, iki güzel ruh...
Doğu kültüründen, din felsefesine, evrimden, sanata kadar bir çok konuda yapılan hoş sohbetlerin tadı hala aklımda.
Çok gezip, çok okumanın verdiği inanılmaz açıklıkta bir Dünya görüşü ve hayat anlayışı...
Hayatta başarı bu benim için; güzel insanlarla güzel vakit geçirmek.
Böyle güzel insanları tanıdığım için çok şanslı hissediyorum.

"There are so many special people in the world..."



17 Aralık 2012 Pazartesi

Hafta Sonu Tiyatro - "Buzlar Çözülmeden"

Nürnberg'e gelmeden önce sorsalar, burada bu kadar güzel bir tiyatro oyunu izleyebileceğim aklımın ucuna bile gelmezdi.
Bu pazar, oyuncuları tamamen alaylı tiyatroculardan oluşan, Objektif Tiyatro Topluluğunun "Buzlar Çözülmeden" adlı oyununu izlemeye gittim.
Daha önceden bildiğim bir oyun olmasına rağmen oyunun ortaya konuşu ve oyunculuk adına hayranlıkla izledim.
Oyunun konusu şöyle;
27 Mayıs darbesi sonrasında, yeni şekillenen ülke yapısı içinde, yolsuzluk, sömürü ve yoksulluğun egemen olduğu ve zor kış koşulları nedeniyle yollarının kapanmasından dolayı dünyadan kopan bir kasabaya yeni bir kaymakam atanmıştır. Gelen kaymakam, farklılığını ortaya koyduğunda, mevcut gidişi değiştirmeye çalıştığı görülür. Kasabadaki ağalara, karaborsacılara, fahişelere, softalara "dur" diyen yeni kaymakam, değişik biridir. Dürüst ve tarafsız yaklaşımıyla sorunların çözülebileceği mesajını veren kaymakam, aslında akıl hastanesinden kaçmış bir "delidir"...
Aslında bu oyunu herkes Kemal Sunal'ın "Deli Deli Küpeli" adlı filminden bilir. Ancak tiyatrosu ayrı bir güzeldir.





7 Aralık 2012 Cuma

Donmak...

Almanya bana üsümemeyi(!) ögretti...

-10 derece nedir arkadas?
Türkcesi neye tekabul ediyor bunun?
Acikta bir yerin kalmaya görsün, soguk denen arkadas aninda basliyor aciklarindan öpmeye.
Hava sicakligi -10, hissedilen -9999...
Yerim ulan memleketinizi.
Gideyim de kendi memleketimde devrim yapayim bari, bu böyle olmayacak arkadas...


1 Aralık 2012 Cumartesi

Ona Day...

One day baybe we will be old...

Telaviv doğumlu, İsrailli söz ve müzik yazarı Asaf Avidan'dan, bu karlı cumartesinin şarkısı...


22 Kasım 2012 Perşembe

Zorba The Greek - II

ZORBA: Patron, dinle,git kapısını çal.
"Şemsiyemi almaya geldim" de.
"Lütfen, lütfen girin" diyecektir.
BASİL: Hayır.
ZORBA: Patron, patron. Beni sinirlendirme.
BASİL: Bela istemiyorum.
ZORBA: Patron... Hayat beladır. Sadece ölüm değildir. Yaşamak; kemerini gevşetip bela aramaktır.
Ne diyorsun?
BASİL: ...Hayır.



11 Kasım 2012 Pazar

Zorba The Greek

Zorba The Greek...
1964 yapimi bir film...
Bas rollerinde, benim 'Cirkin Krallar Imparatorlugu'mun bir parcasi, Anthony Quinn.
Filmdeki adiyla Alexis ZORBAS...
Ve Ingiliz bir yazar karakter olan Basil'i canlandiran Alan Bates.
Muziklerini Mikis Theodorakis'in yaptigi ve hatta film sayesinde ün kazandigi, Nikos Kazancakis'in romanindan uyarlama bir film. Anthony Quinn'in ilk filmlerinden...

Beni tanimak isteyene hep demisimdir. Al Basil'i kat Zorba'ya... Iste benim ruhum burada...

Zorba The Greek filminden alintilarla yeni bir baslikta denize aciliyorum.
Iste ilk dip not Alexis Zorba'dan:
"
ZORBA: Seyahat ediyorsun...
BASIL: ...
ZORBA: Nereye?... Sormamin mahsuru yoksa?
BASIL: Girit'e.
ZORBA: Orada cok kalacaksin, degil mi?
BASIL: Nereden biliyorsun bunu?
ZORBA: Yagmurda o kutularla halini gördüm. Cok komikti. Ahahaa
Sevdim seni.
Beni de yaninda götür olur mu?
BASIL: Götürmek...? Neden?
ZORBA: Neden mi? Insanlar 'neden' demeden bir sey yapamazlar mi? Sormadan... Öylesine...
Pekala, asci olarak al beni.
Harika corbalar...
Corba seversin degil mi?
BASIL: Sey...
ZORBA: Tabii seversin. Ingilizsin, degil mi?
BASIL: Yari...
ZORBA: Yari mi?
BASIL: Babam Yunanliydi ama ben Ingiltere'de dogdum.
ZORBA: Eaah ayni sey.
...
BASIL: Sen asci misin?
ZORBA: Asci lazimsa, asciyim.
BASIL: Demek istedigim ne is yapiyorsun?
ZORBA: Suna bakin... Ellerim, ayaklarim ve kafam var. Isleri onlar yapar. Ben kim oluyorum ki seceyim?
BASIL: Peki o zaman, son yaptigin is neydi?
ZORBA: Madende calistim. Iyi madenciyimdir. Burnum metallerin kokusunu iyi alir.
Ama patronu dövdüm ve beni kovdular. Hahahaaaa...  Ahahahaaaaa....
...
ZORBA : Peki sen bayim. Sen ne is yaparsin?
BASIL : Ben mi? Sey ben bir yazarim.
ZORBA : Kusura bakma ama belli oluyor.
Ne yaziyorsun? Ask hikayeleri mi? Ehehe...
BASIL : Hayir. Siirler, makaleler.
ZORBA : O nedir?
BASIL : Makaleler?
ZORBA : Yo, yo. Fazla düsünüyorsun. Senin sorunun burada.
Akilli insanlar ve manavlar, onlar her seyi tartarlar.
Bense, senin yerinde olsam, kendime bakar ve söyle derdim: 'Zorba gel' ya da 'Zorba gelme'.
BASIL : Zorba mi?
ZORBA : Ben yani: Alexis Zorba.
Baska adlarim da var merak edersen.
BASIL : Evet, ediyorum.
ZORBA : 'Spagetti' cünkü uzun boyluyum. Ve 'California' cünkü Amerika'ya gittim. Ve 'Salgin' cünkü nereye gitsem, herkes ortaligi karistirdigimi söyler.
Sagligina...
...
ZORBA : Al
BASIL : Ama ben rom icmem.
ZORBA : Bu seferlik iceceksin. Sol ayakla ise baslanmaz, degil mi?
BASIL : Peki Zorba, Tanri bizi korusun
ZORBA : Ve de seytan parton!
...
"



31 Ekim 2012 Çarşamba

Efe'nin Ev Hali...

- Evet arkadaşlar evimizi tutmuşuk, bundan sonra Nürnberg hattında Ali kardeşinizin de evi olacak.
herkeşe benden çay!!!
- Ben istemem...
- Peki, Şakir'e çay yok.
- Ne demek Şakir???
- Adını mı degiştirdin?
- Sen bana nasıl Şakir dersin lan kelek!
- Ne diyem? Mesela Mahmut mu diyem? Şakir!!!
- Şakir Abi, Dayı, Ağa diyceksin...
- O günler bitti Şşşakir...
- Ne demek bitti? 
- Baya bitti demek. İkimizin de evi var, kardeşinim artık Şşşakir.
- Vay anam benim... Kardeşim Efe'ye bak bee... Ne zaman bitirim oldun be anam?
- Oluruz be anam, thuuu
- Ulan bu kıyafetlerle şebee dönmüşsün ayı, güya beni taklit ediyor hee...
- Ulan biz, yigidin harman oldugu yerden gelmişik, tavuk...
- Thuuu
- Thuuuuu...



25 Ekim 2012 Perşembe

Efe ve Ben, kendi basima, birlikte yururken...

Yalin olmaktan gelen yalnizlik, özetle benim durumum icin; yabanci bir yere calisma amacli yeni gelen biri olarak kendi kendime konusmaya basladigimi itiraf etsem sorun olmaz diye düsünüyorum.
Hatta bazen kendimi, aklimdan gecen bir espriye gülerken buluyorum.

Daha da enteresani az önce saatlerce e-posta gelmedigini fark ettigim e-posta adresime, isteki e-posta adresimden bir posta yolladim. Sirf gelen kutusundaki okunmamis e-posta sayisi bir artsin diye.
Evet bunu yaptim...

Dur kendime bir toplanti daveti atayim hazir bos toplanti odasi varken...

"Introduction to schizophreniac 101E lecture" (Sizofreniye Giris dersi 101 Ingilizce)

Bir sarkiyla veda edeyim:


15 Ekim 2012 Pazartesi

Almanya Günlüklerine Giriş 101E

08.10.2012

Almanya günlüklerime an itibarı ile başlamış bulunuyorum.
Hayırlara vesile olsun innşşaallah      
İlk gün nasıl da tedirgindim. Havaalanından trenle merkeze oradan da taksi ile otele gelmiştim.
Açılmayan bavul çekeceği yüzünden küfür kotamı ilk günden doldurmuştum bile...
Ama akıllı telefonun hayat kurtardığını itiraf etmem gerekli. Tek soru ve tereddüt olmadan yolumu bulmuştum. Hatta akşamına hard rock cafede iki bira çakmamı bile sağladı. Ben de akıllı telefonumun adını, fakültedeyken kullandığım ve Adını 'taygır zort' koyduğum casio marka hesapmakinem ile aynı koydum. Evet 'taygır zort'
İki bira ile atılabilecek tedirginlik yerini ertesi gün kahvaltıda muhabbet edilen otel sahibine bıraktı. 
Otel sahibi Türk bir bayan sağ olsun bana güzel bi kahvalti hazırlamış. Öküz gibi yedim çok affedersiniz.

İlk iki günde gördüğüm farklılıklar yetse de insan daha neler göreceğiz bakalım diyor kendine.
Elele tutuşup yürüyen erkekler, sokak ortasında öpüşen kadınlar...
İstanbul dan temel farklar olsa gerek.
Tabii Almanya'da her şeyin dakikalarla ifade edildiğinin de altını çizmek gerek. Her şey mi dakik olur bir ülkede. Darlıyorlar adamı...
Akdenizliyiz oğlum biz... Gelemeyiz öyle dakika hesaplarına. Allam yareppim yeaa...


İkinci gün durum biraz daha kontrol altında gözükmeye başladı. Almanya kayıt işlemleri ve şirkete giriş işlemleri bir de Deutsche Bank işlemleri tamamlanınca ucu ucuna yakaladığımız Köln-Nürnberg treniyle yola çıktık. 
Biz diyorum çünkü ikinci gün yapılan tüm işlemlerde benim gibi yeni çalışan olan hintli Vishal de vardı. Biliyorum adı motor bozukluğunu çağrıştırıyor ama iyi çocuk. Türk restoranında(!) döner bile ısmarladım kız, şey oğlum*... (*bu kısım devekuşu kabareden bi espri de sen bilmezsin gari o kısımlarını)
 Ayrıca 16:44 nasıl bi tren saatidir arkadaş? 16:45 yap şunu illa Alman olduğunu belli edecek zahar.     
Neyse arkadaş trende azıcık kestireceğim. Hoşçakal...

Bu arada Türkler ile Almanlar arasındaki diğer bir fark da; adamlar pisuvar aralarındaki bölmeyi göz hizasına kadar yüksek yapmayı akıl etmişler.Bizdeki gibi sadece aletlerin merhabalaşmasını önlemeye yönelik değil yani...


11.10.2012

Pisuvar konusundaki yorumumu geri alıyorum. Araya paravan koyma gereksinimi duymadikları da oluyormuş.

Bu arada WoGIT te çalışıyorum. Yani Adi Dassler World of Global IT. Her binaya bi ad ver dimi... peki bakalım...


13.10.2012

Sabah, ağaçların altında temiz havayı ciğerlerine doldurmak güzel şey...
  --
Kalabalık ne güzel şeymiş yahu. Yolda kalabalıktan hızlı yürüyememek...

Hızlı yürümek dedim aklıma geldi. Ben burada kaplumbağa kalıyorum. Zira adamlar koşuyor...

1 Haziran 2012 Cuma

Yerçekimli Karanfil



Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Edip Cansever sosyalizmi anlatmış bu şiirinde.
Sanki seni bana anlatır gibi...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Viva 19 Mayıs


19 Mayıs, anti-emperyalizme karşı verilen bir bağımsızlık mücadelesinin sembolüdür.
Ve 19 Mayıs Diriliş Günüdür.


Diriliş Günü’ne yakışır bir şekilde, ellerinde bayraklar, en önde Bandırma Vapuru, Mustafa Kemal, Deniz Gezmiş, Uğur Mumcu, Kubilay, Sivas Madımak’ta yanan 35 aydınımızın fotoğraflarıyla, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” , “19 Mayıs Diriliş günüdür” , “Türkiye laiktir laik kalacak” , “Kahrolsun AKP diktatörlüğü” , “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” , “Türk-Kürt kardeştir, ABD kalleştir” , “Türkiye-Suriye kardeştir” , “Emperyalist savaşa hayır” vb. sloganlarla yürüyen 100 binin üzerinde genci gördü haramilerin saltanatı altındaki İstanbul… 



Viva 19 Mayıs...

fırtına yırtıyor sessizliği
ufuktan bir güneş doğuyor
gecekondulardan geliyor halk
tüm şili şarkılar söylüyor

venseremos venseremos
kıralım zincirlerimizi
venseremos venseremos
zulme ve yoksulluğa paydos

şili'de halk bugün savaşıyor
cesaret ve aklın gücüyle
kahrolsun halkın katili cunta
yaşasın "unitad popular"

17 Nisan 2012 Salı

TÜRKİYE KÖY ENSTİTÜLERİ

Bugün, TKE'nin kuruluşunun 72. yıl dönümü.

Tonguç baba,
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Hasan Ali Yücel,
Saffet Arıkan
ve baş çiftçi Mustafa Kemal Atatürk
Ve bu aydınlığa yüreğini koymuş herkes...
Selam olsun hepinize...

sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine
milletin her kazancı, milletin kesesine,
toplandık baş çiftçinin atatürk’ün sesine
toprakla savaş için ziraat cephesine..

biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz.
biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.

insanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak.
en yeni aletlerle en içten çalışarak
türk için yine yakın dünyaya örnek olmak,
kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.

biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz.
biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.

kuracağız öz yurtta dirliği,düzenliği,
yıkıyor engelleri ulus egemenliği,
görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği,
bizimdir o yenilmek bilmeyen türk benliği



14 Nisan 2012 Cumartesi

Ne demiş Einstein?

Ne demiş Einstein?

"İki şey sonsuzdur;
Bir Evren,
Bir de insanların aptallıkları...

Ama Evren'den pek emin değilim!"

Peki bunu söylediğimde ablam ne dedi?
"Einstein önce gitsin saçlarını tarasın..."

Hımmm...
"...&!%^+?=('£3#+€..." :s


27 Mart 2012 Salı

Son zamanlar...

Son zamanlarda bir türkü bu dilimde...
Takıldı mı takıldı.
Ama tatlı mı tatlı.
Belli ki bahara da çalıyor bu yeşil günüyle toprak ana.
O zaman yineliyorum,
yine bu tadı;

Yağmur böyle başlar içinde
İnce bir sızıya kavuşur yüreğim
Geçmiş acıyıp giden ağrı
Yeniden ne yerince düşlerine doğru
Kalsın o deniz kızı benle
Şafağa kadar öpsün dalgın ellerimi
Son bir türkü yüreğimde
Seviden ötede zeytinlikler içinde

Haydi uzat ellerini
siliyor kıyılarda su hayat izlerini
Dönüyor dünya

Kalbin acıya yenilince
Yada bir patika çıkınca yoluna
Kopmuş bir çiçek onarılmaz
Hatırla kuruyan o yeşil çiçeği

Gitme dönemezsin o yoldan
Şarkılar da avutmaz kırılır yüreğin
İşte gemiler dönüyor bak
Eriyor gecenin ateşi
Haydi bak güneş ışıyor
Ardıçlar arasından yeni bir türküye
Başlıyor dünya...

8 Mart 2012 Perşembe

Dünya yerinden oynar, kadınlar ÖZGÜR olsa...

...
Ev işlerini Marslılar yapsın
Cadıysam süpürge bana kalsın
Olursa çocuk yaparım olsun
İstemezsem soyları kurusun

Çitmişim ben çekirdek aileyi
Kırmışım kendi testimi
Bundan böyle ne bacı ne bayan
Hayatta olmam ben adam
...


"Dünya Kadınlar Günü" diye bir gün yoktur.
"Dünya Emekçi Kadınlar Günü" diye bir gün vardır.
Ve kutlu olsundur.

2 Mart 2012 Cuma

Bundan sonrası ancak...

Çalan telefonla irkildi. Onun aradığını gördüğünde içindeki yersiz ürperti daha da belirgin bir hal aldı. Bir yandan yürüyor bir yandan şaşkınlığını gizlemeden elindeki telefona bakıyordu. Günler sonra aramasının bir nedeni olmalıydı. Bütün olasılıkları aklından geçirdi. En derin acıtanını bile bir an yaşayarak yutkundu. Yürürken aslında bir başka dünyada emeklemeye çalıştığının farkındaydı. Tüm düşünceler kafasının içerisinde sessiz bir fırtına kopartırken, bakakaldığı telefonun sustuğunu bile fark etmeden yürümeye devam etti.

Maria Puder’in onu, yaşananları konuşmak için, akşam yemeğine davet ettiğini, cesaretini toplayıp onu geri aradığında öğrenecekti...

“Hoş geldin Raif” dedi Maria’nın gözleri. Tedirgin ve ürkekti.
Öfkesi, hiddetini ölçemeyeceği bir büyüklükte avuçlarının içerisinde duruyor, onunla ne yapacağını bilemiyordu. Bu onu karanlık suskunluğunda daha çok boğuyordu. Kendini bir bıraksa içinden öyle bir alev yükselecekti ki artık önüne kendisi bile geçemeyecekti. Her şeyi içine çekecek ve kendi ruhuyla birlikte yok edecek bir alevdi bu. Maria, kendi içinde büyüyen bu belirsiz yıkımın hiddetinden ürperdi. O, kendisine açtığı iç savaşında düşmanının tarafında olmayı seçerken Raif karşısında durmuş öylece onu seyrediyordu.
Maria, Raif’in bakışlarını, ancak içindeki ateşe benzin dökercesine yudumladığı şarap bardağını eline aldığında fark etti. Tüm yokluğun içerisinde ve insan riyakarlığının, kurnazlığının, zavallılığının karıştığı tüm gerçekliğin dışındaki bir anda var olan gözlerdi tetiği çeken ve bir anlık gördüğü o kara gözlerden korkuyla koşarak kaçtı Maria Puder. Öyle bir korkuydu ki bu, geride tüm içselliğini bırakarak kaçmak bile kifayetsiz kalırdı. Kaldı da... Maria kaçtıkça ensesinde nefesini hissediyordu o bakışların. Kendini geride bıraksa da, zihninin içerisine yerleşmişti o bir anlık bakışlar. Tüm gücüyle kaçsa da bedeninin, içerisine çekildiğini hissediyordu. Ellerinden, kollarından asılıyor belinden gerisin geri çekiyordu onu. Bir girdabın içerisinde kaybolmak gibiydi ve istemese de kendisi de bu karanlık boşluğa ruhunu bırakacağını biliyordu.

Raif, karşısında durmuş öylece onu seyrediyordu. Bakıyor, bakıyor anlayamıyordu. Gözleri yüzünün tüm hatlarında dolaşıyor ve zihni, sanki benliğini dışlarcasına, gözleri ile ayrı bir bağ kurmuş kendi nehrinin akışında seyrediyordu. Neredeydi? Zaman ve mekan yitip gitmişti. Dünya’nın dışında bir başka evrenin boşluğunda gibiydi. Kendi ruhunu, Maria’nın saçlarından süzülüp o narin boynunda dolaşırken seyredebiliyordu. Nefes aldıkça şekli değişen minik dudakları, iç savaşından kalan kızarmışlığı hala taşıyan yanakları, masumiyetin anlamı olan yuvarlak hatlı minik çenesi, hayal dünyası kadar büyük gözleri ve çocukluğunda erik çalmaya, bağlara gittiği patikaları andıran kaşları... Maria Puder karşısındaydı. Raif bu anın anlamını idrak ettiğinde artık çok geçti.
Aşkın zulmü Maria Puder’i çoktan boşluğuna çekmiş ve Raif’in gözlerine prangalamıştı.
Ve Raif, yüreğine saplanan bir bıçak gibi keskin bir şekilde bu zulmü yüreğinde hissetti.
Bundan sonrası ancak yıkım olabilirdi...

21 Şubat 2012 Salı

ÇIRALI için


Domuz gibisin kardeşim.
Domuz gibi önüne geleni yiyorsun,bitiriyorsun,yok ediyorsun.
Ve bilmiyorsun ki, bizimle birlikte kendini de tüketiyorsun.
Domuz gibisin kardeşim.
O sevmediğin domuz gibi...


Çıralı için SEN de bir imza ver. Dilekçe-->