16 Kasım 2015 Pazartesi

Tarihe geçsin; kendime manifestomdur

Dün Fransa'da hayatını kaybeden masum insanlara üzülmemek, yakınlarının acılarını hissetmemek, vicdanı olan birisi için imkansız.
Bu acıyı sonuna kadar paylaşıyorum.
Dün gece uyuyamadım.
Tıpkı 2003'te Irak'a ilk ABD bombası düştüğünde uyuyamadığım gibi...

Ama profiline Fransız bayrağı koyanlara bir çift lafım var;
Bir emperyalistin bayrağı, sizin profilinizi ancak lekeler.
Bugün ben,
Fransız halkının acılarını paylaşan ben;
inadına Cezayirliyim,
inadına Faslıyım,
inadına Senegalliyim...

Bugün Fransız sömürgesi altında yurdundan olan, ailesini kaybeden, katledilen hangi millet varsa ben onlardanım.
Babasının Fransızlar tarafından nasıl köleleştirildiğini anlatamayıp gözleri dolan,  boğazı düğümlenen, birlikte Bob Marley şarkıları dinlediğim İTÜ'lü arkadaşım Moumar Diuf'um...

1961'de Fransız Polisinin katlettiği Cezayirlileri de asla unutmayacağım.

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Paris_massacre_of_1961

I share the pain of innocent people who are died in France.
I couldn't sleep that night...

But I will never put such a Flag belongs to France, which is an emperialist and exploiter country, in my account.
I never forget the pain that France has created in Algeria, Morocco, Senegal...
I'm Algerian today,
I'm Morroccan,
I'm more Senegalese...

And I never forget how French Police has killed Algerian protesters in 1961...

11 Ekim 2015 Pazar

Fuat Avni "Kim"dir?

Yazsam olmuyor, yazmasam olmaz...

Büyük bir acıya uyandık dün sabah.
Ankara'da patlayan iki bomba, yitip giden nice canlarla...

Türkiye'de büyük, kirli bir oyun oynanıyor.
"Fuat Avni" denen bir tweeter hesabı ortaya çıkıyor, yapılacak polis baskınlarını, göz altıları bir gün önceden haber veriyor.
Kullanılan "korkma, titre" gibi karamizahi üslup BİZde sempati topluyor.
Bilinçaltımız bu hesaptan gelen bilgilere günbe gün daha bir inançla yaklaşıyor.
Herkes birbirine "Fuat Avni" kim? Diye soruyor. 
İşte sorun da burada patlak veriyor.

Bu kadar istihbarat bilgisine ulaşabilen, ülkenin istihbarat başkanından, savcılarına, başbakanından, cumhurbaşkanına kadar aldıkları her kararı bilen birisi(!) kimdir?
Bu soru metafizik inançları yüksek olan BİZ Doğu toplumlarının soracağı bir sorudur.
Oysa sorunun doğrusu "Fuat Avni kimlerdir?" olmalıdır.

Bu kadar derin istihbarati bilgilere bir kişinin ulaşabileceğini düşünmek ancak metafizik astrolojiye inanmak kadar ya da "Fuat Avni"nin bizzat Tayyip Erdoğan'ın kendisi olduğuna inanmak kadar gerçekçi olabilir.

Vakti zamanında ne demişti Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural SAVAŞ;
"Ben bir karar alıyordum, daha başbakanın haberi olmadan birilerinin haberi oluyordu..."

Bir kısmı F-tipi olmak üzere 12 Eylül darbesi öncesi şekillenen ve sonrasında Cumhuriyetin neredeyse tüm kurumlarına yerleşen, algıyı yöneterek halkın "gerçek"lerine yön veren bu yapıdır.
İnsanları neye hizmet ettiklerini bilmeden yönlendiren,
STKları ve siyasi örgütleri 'böcek yiyen böcekler' teorisiyle birbirine kırdırtan bu yapıdır.
Abdullah Çatlılar, Alaattin Çakıcılar, Yeşiller, 7 TİPlinin katilleri, Ogün Samastlar vs. hepsi bu yapının unsurları olarak ortaya çıkmış, "milliyetçi" unsurları kaşınarak devlete hizmet ettikleri aldatmacası içerisinde yönlendirilmişler, fiili ve/veya psikolojik tetikçilik yapmışlardır.
Bu yapı sadece devlet organlarında değil, PKKsından DHKPCsine, İBDA-Csinden Hizbullahına kadar pek çok illegal örgütün içerisinde de barınmaktadır.

Bugün "Fuat Avni", toplum psikolojisini yönlendirmeyi çok daha iyi bir kanaldan; Türkiye'nin kullanmakta Dünya 3.sü olduğu sosyal medya üzerinden yapmaktadır.
21. yy da metodlar değişmiştir.
Sosyal medyadaki "bilgi"lere çok hızlı ulaşabilen ve sorgulamadan çok hızlı kabullenen BİZ Anadolu insanını istenen yöne doğru baktırma işi "Fuat Avni"lere düşmüştür.

İşin özü "Fuat Avni" GLADYO'nun tam da kendisidir.
Süper NATO teşkilatlanmasıdır.

Olay kargaya gak dedirtip ağzındaki peyniri almaktan farksızdır.

Yakın geçmiş hızlıca irdelendiğinde görülecektir ki; "Fuat Avni" hesabı büyük bilgilerle gündemi sarsmaktadır.
Birçok olayı önceden bilmesi, istihbarat bilgilerini sızdırmasıyla güvenimizi kazanmıştır.
Tayyip Erdoğan nefreti de O'nda kendimizden bir şeyler bulmamızı sağlamıştır.
Geriye BİZ kargalara gak dedirtmek, ağzımızdaki peyniri almak kalmaktadır.
RTE'nin kaybetme korkusunu, hırslarını felaket senaryolarına çeviren bilgilerle; olacak her şeyin sebebini BİZlere çok daha önceden aşılamaktadır.
Olağanüstü olaylara vereceğimiz refleksler, psikolojik ve duygusal tepkiler çok daha öncesinden şekillendirilmektedir.
Oysa bu coğrafyada hiçbir şey aslında gözüktüğü kadar basit değil ve hiçbir şey tesadüf değildir.
Hiçbir zaman olmamıştır da...
İlk anda aşikar gibi gözüken de hiçbir zaman gerçekle bağdaşmamıştır.
Evinin önünde gazeteci dövenlerin verdikleri ifadelerdeki detaylarla, patlayan bombalar arasında,  gündemin kronolojik şekillendirilmesi açısından bağ vardır.

Sadede bir örnek üzerinden gideyim;
Saddam Hüseyin yıllarca Halepçe katliamını yapmakla suçlanmıştır. Bu olay Irak Kürtlerini ve aşiretlerini, Irak merkezi hükümetinden psikolojik olarak koparmak için hep kullanılmış, başarılı da olmuştur.
Oysa Saddam Hüseyin asılmaya giderken dahi Halepçe Katliamını üstlenmemiş, hep reddetmiş, bunun İsrail'in işi olduğunu iddia etmiştir.
Zira Irak işgali sonrasında da ABD güçleri hiçbir kimyasal silaha ulaşamamıştır.
Peki Saddam, Irak'ın başına nasıl geldi? 
Kimler tarafından desteklendi? 
Ve nasıl götürüldü?
Sonuç olarak bugün Irak nasıl parçalandı ve kan gölüne döndü, dönmeye devam ediyor?

ABD'nin değişmez taktiklerinden birisidir bu; bir lider yarat, sonuna kadar destekle, olağanüstü güçlenmesini sağla, verilen vaatler ve güçlerle kendisini yenilmez sanmasını sağla, bu güç ile kontrol dışı işler yapmasına sebebiyet ver, bununla uluslararası alanda giderek itibarsızlaştır, kendi halkına bir zulmettir bunu uluslararası alanda bin göster, zamanla halkı kutuplaştır, o lideri körü körüne destekleyen ve ondan sonuna kadar nefret eden kutuplar yarat ve son olarak öldürücü darbeyi vur; nefretle yüklü grupları birbirine kırdır, yarattığın lideri alaşağı ederken o ülkeyi de böl-parçala-yönet...
Mısır'da Hüsnü Mübarek'in, Libya'da Kaddafi'nin, Irak'ta Saddam Hüseyin'in, Afganistan'da Taliban rejiminin başına gelen budur.
Onlar da Amerika'yı kendilerine dost-müttefik sanmışlardır.

Saddam Hüseyin'e Detroit kentinin altın anahtarı verilirken.
Tanıdık geliyor değil mi? Tayyip Erdoğan'a da 2004 yılında ABD'de 'Yahudi Üstün Cesaret Ödülü' verilmiş, bu olay Dünya medyasına yansımıştı.

Bugün aynı son Türkiye için planlanmakta, sırtını sonuna kadar ABD'ye yaslayarak bugünlere gelen Tayyiplerin sonu gözükmektedir.
Tayyip Erdoğanlar için misyon tamamlanmış, deliğe süpürülme vakti gelmiştir.
Tayyiplerin anlayamadıkları şey; Amerika'nın asla dostu olmamıştır. Amerika'nın dost görünümlü kuklaları vardır ve kendisine biçilen rol de bundan öte değildir.

İşte "Fuat Avni" bu noktada kritik bir rol üstlenmektedir.
Halkta kutuplaştırma işlemi her ne kadar yapılmışsa da, BİZ Anadolu insanının bağları ve insani yönleri kuvvetlidir.
Az çok okuyan, beşeri kararlar alabilen kesimlerin de kontrol dışına çıkması gerekmektedir.
Bu sebeple "Fuat Avni" kanalıyla yakın geçmişte patlamış ve patlayacak olan tüm bombalar, yaşanacak tüm olağan dışı olaylar, dramlar çoktan sebep sonuç ilişkisi ile bilinçlerimizde adreslenmiştir.

Ankara'da patlayan bombaların, yitip giden canların da sebebi ne PKK, ne gözü dönmüş Tayyip, ne IŞİD ne de başkasıdır.
Tetiği çeken yakında bulunacaktır elbet ancak ipleri tutanlar yine karanlıkta kalacaktır.

Unutmayalım ki BİZ solcular da Uğur Mumcu katledildiğinde, tüm öfkemizi dinci yapılanmalara ve tarikatlara çevirdik.
Devletin tetiği çektirdiğini, en azından buna göz yumduğunu iddia ettik.
Ancak gerçek farklı şekillendi ve işin içinde Alman istihbaratına kadar uzanan daha uluslararası bağlantılar olduğu ortaya çıktı.

Elbette ki tüm bu olayları engelleyemeyen, kimi zaman kısmen göz yuman devletin, hükumetin akan bu kanda sorumluluğu vardır.
Ancak asıl oyun çok başkadır.

İşte bugün de Tayyip Erdoğan nefreti gözümüzü karartmamalıdır.
Gerçekle bağımızı kopartma çabaları, hepimizi topyekün Irak gibi Suriye gibi bir bataklığa sürükler.
Bu savaşın tek galibi okyanus ötesi olur, BİZe yüzümüze sıçramış kardeş kanı kalır.
Ve bunun yitip gitmeyecek yüz yıllık utancı...


Filler tepinir, çimenler ezilir.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Şu feleğin işine bir de Batı'dan bak...

"Şeriat" isteyerek geldiler.
"Demokrasi bizim için bir tramvay gibidir. İstediğimiz durağa gelince inmesini biliriz."
(RTE)
diyerek...
"Cumhuriyet rejimi ömrünü tamamlamıştır. Yıkılmalı ve yeni bir rejim kurulmalıdır."
(ABDullah Gül)
diyerek geldiler.

Şu feleğin işine bakın ki; her ne kadar Cumhuriyet kazanımlarına büyük zararlar vermiş olsalar da, Cumhuriyet'in kudreti karşısında yenik düştüler ve kendilerini Cumhur'un başı olabilmek için yarışırken, hatta bu uğurda birbirlerini sırtlarından bıçaklarken buldular.

Feleğin bugünlerde bir başka oyunu da Kürt milliyetçi siyasetini şekillendiriyor.
HDP için %13 oy almak, bugüne kadar güttüğü siyaseti ve kazanımlarını alt üst etti.
Şöyle ki; .
PKK uzun süre önce (Irak Savaşı ile) Orta Asya gibi bir bölgede devlet otoritesinin olmadığı zaman neler olabileceğini, aşiretler arası çıkar savaşlarının bölgeyi nasıl kana bulayabileceğini gördüğü için bağımsız bir "Kürdistan" hayalini, ABD hamiliğindeki bir özerklik şeklinde revize etmişti.
Bu hayali gerçekleştirmek için ise HDPyi siyasi kanat olarak kullanıyordu.
Bu siyasi anlayış, bugüne kadar azınlık siyaseti yapıyor, AKP ile masaya oturuyor, istediği her şeyi de elde ediyordu.
"Açılım" denen süreçte bir bir adımlar atılıyor,
Dolmabahçe mutabakatı ile PKK'nin tüm istekleri yazılı güvence altına alınıyordu.

Ta ki HDP genel seçimlerde %13 oy alana kadar.
AKP'nin tek başına iktidar olamadığı bir senaryoda "Açılım"ın devam etmesinin mümkünatı yoktu.
Aslında HDP de bunu çok iyi biliyordu.
Demirtaş, Gezi Olayları döneminde AKP'nin köşeye sıkıştığını görmüş, "Gezi'de hükümete bir darbe girişimini gördük" demişti.
Her ne kadar bunu sonradan yalanlasa da kameralar her şeyi çoktan kaydetmişti.
AKP'siz açılımın devam edemeyeceğini çok iyi biliyordu.
(Oysa Gezi Olayları sırasında destek verseler bugün bir AKP'den söz etmiyor olacaktık.)

İşte bu noktada feleğin oyunu Kürt ayrılıkçı siyasetini ve HDP'yi çok ayrı bir konuma getirdi;
HDP bizzat onu destekleyenler tarafından getirildiği noktada bütün kazanımlarını yitirmiş oldu.
Bu ironik bir şekilde Demirtaş tarafından da dillendirildi; "Bizim tek suçumuz %13 oy almak..."

Evet, açılımı bizzat 7 Haziran seçimlerinde HDP'yi destekleyenler bitirmiş oldu.

Peki şimdi ne olacak?
PKK kırsalda ağır darbeler alırken, sırtını PKK'ya ve Kandile yaslayanlar, "Size savaş yaptırmayacağız" gibi İstanbul gençlerinin toz pembe bir dünya hayallerini okşamanın ya da
"Her iki taraf da ellerini tetikten çeksin" gibi ideolojik boşlukta söylemlerin ötesinde ne üretebilecekler?
Aslında bu noktada HDP içerisindeki üç temel fraksiyondan en zayıf olanı yani Demirtaşçılar önem kazanıyor.
Çünkü bugün Demirtaş, PKK tarafından sadece vitrinde oy toplayan bir çocuk olarak kullanılsa da gelecek onun için çok daha farklı gözüküyor.

Bu kısmın üstünü biraz kapalı bırakalım,
bir başka yazıda çok daha detaylandırmak üzere...

Sadece şunu belirtmek gerek; PKK'nın her kaybına, Demirtaş'tan daha çok sevinen birisi yoktur.
Sadece bunu kameralar önünde dillendiremez.
Hatta parti içinde dahi dillendiremez.
Aksi halde zamanı gelince 2. bir Sakine Cansız vakasına kurban gideceğini iyi bilir.
Ancak o doğru zamanı beklemektedir.
Zira Kürt siyasetini PKK'nin ve ABD'nin boyunduruğundan kurtarmak bugün mümkün değildir.
Bu ancak ABD'nin bölgede zayıflaması ve PKK'nin Türkiye'yi tamamen terk etmesiyle mümkündür.
HDP sempatizanları bilmese de, Demirtaş iplerin kimin elinde olduğunu çok iyi bilir.

Zamanında PKK'ya katılmak için dağa çıkmaya çabalayan ancak onu bile beceremeyen bu adamın Türk siyasetindeki yeri gelecekte çok farklı olacak...

Cumhuriyetin kazanımları,
halkların gerçekten kardeş olduğu bu coğrafyada,
terör susup, tozlar yağmurla örtüldüğünde,
bu adama çok daha farklı bir rol biçeçek.
Bunun zamanını ise, bu halkın AKP, HDP, PKK gibi boğazına kadar Amerikan emperyalizminin uşaklığına batmış yapılara karşı nasıl direndiği belirleyecek.

9 Ağustos 2015 Pazar

Neden mi?

Edebiyatla çok ilgilendim.
Nice şairlerin hayatına girip çıktım.
Kimse neden edebiyatla ilgileniyorsun diye sormadı.

Siyasetle çok ilgilendim.
Nice şerefsizler hayatıma girip çıktı.
Herkes neden siyasetle ilgilendiğimi soruyor.

Birileri, senin ve benim değersiz hayatımızı daha da değersiz yapmasın diye...
Umarım şimdi anlamışsındır; edebiyatla neden bu kadar çok ilgilendiğimi.



14 Temmuz 2015 Salı

Yine Aştı Çayın Suyu Boyumuzu

Güneye giderken, güneşin solda yükseldiği yıllardı...

Sözlerimizi geri alamadığımız,
çaldığımızı baştan çalamadığımız yıllar...
Rüzgara kapılıp gidebildiğimiz,
kendimizi erik bahçelerinde kaybettiğimiz,
Gökten yıldız beğendiğimiz,
her eğlencenin doyumsuz olduğu yıllar...

Hani koşardık ya büyük bir sevdayla bir topun peşinde,
pupa yelken giden bir gemi gibi...
Hani sekerdik yere çizdiğimiz karelerin üstünde,
atlardık iplerden,
koşardık elimizde kağıttan bir uçurtmanın ipiyle,
olmayacak düşlerin peşinde koştuğumuz gibi...
Hani kaçardık adı "yakan" olan bir toptan,
hayatın en önemli işini yapar edasıyla...
işte o yıllar...

Uçsuz bucaksız çayırlar kadar,
ya da tepedeki çimenliğe uzanıp baktığımız masmavi gökyüzü kadar
geleceğimizin büyük ve sonsuz olduğu yıllar...

Şimdi büyüdük de "BABA" mı olduk dostum?
Annemizin kınalı kuzusuyken,
akıp giden Dizeler gibi hızlı mı geçti zaman?

Hoş gelmiş Dize bebek,
Kardeşim Çağlar ve değerli eşi Ebru mutluluğunuz daim olsun,
Dize bebek, gülücüklerle dolu bir hayat senin olsun...
Bu şarkı hepimizin çocukluğuna armağan olsun...


Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da her nefes alışımız bayramdı;
https://www.youtube.com/watch?v=RTdZkTbaOS8

7 Haziran 2015 Pazar

"OY'un"a Gel. Gel Hele Gel Gel


Ön not:Bu yazının başlığına ilham olan, belki birçoğunuzun bildiği, durum şudur; http://youtu.be/_ZYGPnXs7Hg


Bu yazıyı yazmak için çok bekledim.
7 Haziran'ı bekledim.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Bugüne kadar büyük bir bilgi kirliliği sosyal medyadan, gazete köşelerine kadar havalarda uçuştu.
Tablolar, oy hesapları, milletvekili sayıları, "neden"ler, "nasıl"lar, "ne için"ler...
2002 öncesi merkez basın nasıl AKP'yi şişirme politikası izlediyse, şimdi de HDP tüm merkez basının tam da merkezinden halka poh pohlandı.
Dün AKP'yi öve öve bitiremeyen, dönek solculardan, liberallere hatta Fettullahçı yazarlara kadar herkes oyunun HDP'ye olduğunu açıklama ve bunun ne kadar haklı ve meşru olduğunu kanıtlama yarışına girdiler.
Kimler yok ki bu yarışta;
"Yetmez ama EVET"çi Cengiz Çandarlar, Hasan Cemaller...
"Şu vatanı bir kadın memesine değişirim" diyen Ahmet Altanlar, Yasemin Çongarlar...
Fettullah kalemşörlerinden Nazlı Ilıcaklar...

Tüm bu psikolojik yönlendirmeler içerisinde, düne kadar tek bir siyasi söylem üretmemiş, İTÜ, Boğaziçi, Galatasaray, Mimar Sinan mezunu, 9 Eylül Konservatuar mezunu "dost"ların, bir anda neden HDP'nin ülkeye barış getireceğini anlatan, neden HDP'ye "OY'un"u vereceğini anlatan mesajlarını okur olduk.
("Sosyal ortamlarda CHP'ye verdim dersin" diyen müthiş zekice(!) ironileriyle birlikte.)

HDP'nin barajı geçmesinin gerekliliğini, AKP'nin güç kaybetmesinin tek ama tek yolunun bu olduğunu okuduk.
"Barış"ın tek çaresinin HDP olduğunu, barajı aşamazsa çok kötü şeyler olacağını okuduk.
Üstelik bu söylemleri üreten bazı arkadaşlar da bir zamanın "AKP iyidir abi, ekonomi iyi baksana..." diyenleri, "Yetmez ama EVET"çileri, sonradan "SOLcu"ları, ya da hayatları boyunca tek bir siyasi veya ideolojik kitap okumamış insanlar...
Birçoğu aslında 2013 Haziran Gezi hareketinden sonra politize olmuş, bilgi ve ideolojilerle değil duygularla çıkarımlar yapan güzel kalpli arkadaşlar.

BİZ, HDP'nin nasıl bir projenin parçası olduğunu anlatmaya kalktığımızda ise, o büyük ve engin bilgileriyle(!) bizi aydınlattılar diyemeyeceğim ama bir çırpıda BİZi "faşist" ilan ettiler.
"HDP'nin barajı geçmesinden korkuyorsunuz..." diyenler dahi oldu.

Aslında öyle bir süreçten geçiyoruz ki; 40 yıllık dostlukların, bu tartışmaların altında ezildiğini, çatırdadığını, 
insanların, geçmişte mücadeleler vermiş, bedeller ödemiş güzel kalpli dostlarını nasıl da bir çırpıda "Kürt düşmanı" ilan ediverdiğini gördüm.

Oysa o güzel insanlar; sosyalist, emekçi, adil ve güzel bir Türkiye'ye uyanabilesiniz diye bedeller ödemişlerdi.
Kürt, Türk demeden tam bağımsız, kardeş bir ülkeye uyanabilelim diye...

Bizler de bu bayrağı çocukluğumuzda devir almıştık. 
"Kürt düşmanı", "Faşist" vs. ilan ettiğiniz BİZler;
Grup Yorum'un, Kızılırmak'ın, Ahmet Kaya'nın şarkılarını kasetlere kayıt edip çoğaltarak büyüdük.
16-17 yaşlarında çıktık dağ köylerine siyasi çalışmalar yapmaya.
Emeği, sömürüyü, Kürt-Türk kardeşliğini anlatmaya...

———•———

Şimdi işin bu duygusal ve insani kısmını bırakıp, bugünü bilimle irdelememiz, "Gerçek" ile sorgulamamız gerekmektedir.

Bugün, üzerimize vazifedir;
Durmadan, soluğumuz kesilene kadar "Gerçek"in peşinden gitmek ve bunu meydan meydan bağırmak, haykırmak...

AKP bir projeydi, peki ya HDP?

20 Ekim 1996 Aydınlık Dergisi kapaktan duyurdu; "Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor"

16 Şubat 1997: Cumhuriyet Gazetesi'nden Leyla Tavşanoğlu,
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek röportajında
Bir yanıt şöyle: "Perinçek: ABD Tayyip Erdoğan'ı Başbakan,
Abdullah Gül'ü de Dışişleri Bakanı yapacak...
"

5 yıl 8 ay sonra, 3 Kasım 2002 tarihinde, aynen öyle oldu:
Tayyip Erdoğan Başbakan ve Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı oldu...

Özdemir İnce, 21 Nisan 2007 Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde, "Şu Feleğin işine bak!" başlıklı yazısında bu durumu doğruluyordu.

AKP'nin, emperyalist bir projenin kurucu yapı taşı olarak kurulduğu, bir proje partisi olduğu daha sonra bizzat AKP kurucusu kişiler tarafından da dillendirildi.

Bu süreçte Tayyip Erdoğan da 34 farklı yerde "Büyük Ortadoğu Projesi"nin eş başkanlığını yaptığını gizlemedi.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Kendini "Sosyalist", "Aydın" ya da "Barış"tan yana "Özgürlük"ten yana olarak tanımlayan arkadaşım.
Bu kavramların tamamı, halkına gerçekleri ne kadar önceden gösterebildiğin ve emperyalizme karşı nasıl durabildiğinle alakalıdır.

Milli hareketin ilericiliğinin ölçütü emperyalizme karşı tavırdır.
Bunu Lenin, 1920 yılı Temmuz ayında Komünist Enternasyonel 2. Kongresi'nden başlayarak ortaya koymuştur.
28 Temmuz 1920 günü kabul edilen ve Lenin'in önerdiği 'Milli ve Sömürge sorunu üzerine karar'da, dünyanın Ezen ve Ezilen Milletler olarak ikiye ayrıldığı saptanır.
Bu, emperyalizm çağının temel karakteridir. Ezenler emperyalist devletlerin milletleridir.
Ezilen milletlere örnek olarak ise üç ülkenin adı verilir; İran, Türkiye ve Çin.
Komünist Enternasyonel bu kararında, Ezen ve Ezilen Milletler ayrımının "bütün tezlerin ana fikri" olduğunu belirtir. (Bkz: W.I.Lenin, Toplu Eserler, 7.basım Berlin 1978, s. 228-229)

Peki bakalım peşine takıldığınız HDP bu temel kavramın neresinde duruyor;
Öcalan PKK'nın yayım organında ne diyor;
"Clinton ve ilişki içinde olduğu Irak Kürt liderleri Suriye'de bulunmamı kendi stratejik amaçları için uygun görmüyorlardı. Çünkü Kürdistan ve Kürtler giderek kontrollerinden çıkıyordu. İsrail de bu durumdan çok rahatsızdı."( kim tarafından kontrol edildiğinin itirafı)
"Kürdistan'ı kontrol altında tutmak, özellikle Irak'la ilgili planları için...Suriye'den mutlaka ayrılmam gerekiyordu."
(Kaynak: Özgür Gündem, 15 Şubat 2013)

Peki Suriye'den ayrılışında İsrail'in rolü için ne diyor;
"Çıkışın az öncesinde İsrail istihbaratı dolaylı yoldan ısrarla Suriye'den çıkmam gerektiği mesajını vermişti."
(Kaynak: Özgür Gündem, 16 Şubat 2013)

"Suriye'den itibaren benim içine girdiğim süreç, NATO'nun içine girdiği süreçtir.
Bu süreçte, NATO'nun özel operasyon birimi yarafından kontrole alınma durumum vardır. Suriye'den çıkıp Yunanistan'a çekilirken bile oradaki NATO görevlileri etkili olmuştur.
Bu süreçte benimle muhattap olan hem askeri hem sivil kesimler NATO'nun elemanlarıydı.
İtalya'da benimle ilgilenen grubun da NATO'yla bağlantıları vardır.
Yunanistan'a son gittiğimde de NATO'nun ve ABD'nin askeri çevresi etrafımdaydı.
Bu anlamda Avrupa'da benimle ilgilenen NATO'nun çekirdek birimidir.
Kenya'ya gönderildiğimde beni karşılayan Yunanistan Büyükelçisi Kostulas; 'NATO'da 20 yıldır seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum' dedi.
Görünüşte her ne kadar Türkiye'yi bilgilendiriyoruz deseler de, Yunanistan istihbarat şefi, Bahy Kolenderis ve Kostulas, her üçü de azılı Türk düşmanıdır...
Bu ekip daha sonra beni Türkiye'ye pazarlamak istedi ve sonuçta beni enterne eden de NATO'nun Gladyosudur.
İnisiyatif ABD'lilerin elindeydi. ABD'den komplodan sorumlu kişi Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Sandy Berger'dir.
İmralı'da benim için ABD'nin arkasında durduğu ve AB'nin kontrol ettiği bir sistem icat edilmişti. Sistemin kurgulanması İngiltere'ye aitti, icrası da Türklerin payına düşmüştü."
(Kaynak; Özgür Gündem, 23 Şubat 2013)

Sanıyorum ki içinde bulunulan durum, birinci ağızdan net bir şekilde açıklanmış, itiraf edilmiş.

Şimdi anti-emperyalist duruşun neresindesiniz? Neresindeyiz?
Bizim peşinden gittiğimiz tek şey bilimsellik ve anti-emperyalist duruştur.
Bilimin kalemi olmaktır rolümüz.
Kimileri gibi keleşe şarjör, şarjöre mermi rolünde değiliz. 

Hani Gezi olaylarında yitip giden nice genci anıyoruz, ailelerinin acısını hissediyoruz değil mi?
Peki, Hakkari'ye tayini çıkan öğretmen nişanlısını, İzmir plakalı arabasıyla ziyarete giden İzmirli mühendisin, sırf İzmirli olduğu için Hakkari çarşısında PKK tarafından ensesinden vurularak öldürülmesini nereye koyacağız?
Bu faşizanlığa ortak olmak anti-emperyalist duruşun neresindedir?
"Barış", "Kardeşlik" , "Aydınlık" bunun neresindedir?

PKK'nın Bekaa'da sözüm ona yargılamalar yapıp kurşuna dizdiği, infaz ettiği binlerce Kürt yurttaşın ailelerinin acılarını da paylaşıyor musunuz?

Yüreğinizdeki güzel insandan, akan çamurlu sele kapılıp uzaklaşıyorsunuz.
Bu uğurda en yakınınızdaki insanları kırıp geçirmekten dahi çekinmiyorsunuz.
1844 El Yazmaları'nda Marx'ın dediği gibi "İnsanın insana yabancılaşması"...
Kendinize yabancılaşıyorsunuz.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

———•————

İşte bu noktada HDP'ye biçilmiş bir rol bulunuyor.
Bu rol Abdullah Öcalan'ın ABD tarafından Türkiye'ye teslim edildiğinde tanımlanmış bir roldür.
Bir pazarlığın sonucunda tanımlanmış bir roldür.
Yakalanmasının hemen ardından idam cezası kaldırılmıştır.
Dönemin hükümet ortaklarından MHP lideri Bahçeli de yapılan pazarlığı doğrulamakta ama "biz şerh koyduk" diyerek kendini sıyırmaya çalışmaktadır.
Nedir bu pazarlık?

"HDP, Abdullah Öcalan'ın bir projesidir." diyen bizzat HDP başkanı S.Demirtaş'tır.
HDP Öcalan'ın projesi filan değildir.
Hakan Fidan'ın, MIT'in, doğal olarak da bu yapıları kontrol eden ABD'nin projesidir.
Bu yolda, PKK'nın içinde dahi buna dur demek isteyen kişiler, bizzat MIT, CIA ve PKK ortaklığı operasyon ile ortadan kaldırılmışlardır.
(Bkz: Sakine Cansız cinayeti; http://youtu.be/E5LfPtJilYc 
Bu konuda ayrı bir makale yazılabilir. Bu cinayet hem cenazeleri şova çevirerek akan suya su katma, hem de suyun önüne dikilen taşları ortadan kaldırma anlamında iki kere manalıdır. Bu konuda araştırma yapıp belgelerle Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuş kurum, kuruluş ve kişiler vardır. Araştırınız)

Bugün İmralı tutanaklarında "Tayyip Erdoğan'ın başkanlığına sıcak bakarız." diyen,
"Bu 10 madde hayata geçirilmezse, hayatınız boyunca görmediğiniz 50 bin kişilik sokak savaşları çıkar..." diyebilen ve MIT'in, CIA'nın, ABD'nin desteğiyle kendini bu kadar güçlü sanan (ve aslında verilen rol ile güçlenen de) Öcalan, bakın 2000lerde ne diyordu;

"İsyanlar tarihi iyi bilinmeli ve doğru algılanmalıdır.
Geçmişte yaşanan isyanlar ilkel milliyetçiliğe dayalıdır. Bazıları benim için Kemalizm'e kayıyor diyebilir. Kemalizm düşmanlığı Kürtlerin lehine değildir. İlk Kürt isyanları Batı'ya dayanıyordu.
Söylemek istediğim şudur; O dönemde hem Kürtler üzerinde hem Türkler üzerinde emperyalizmin oyunu vardı. O zamanki isyanlara önderlik edenler bunu görmediler.
Önderliklerin gerici yanlarını görmek gerekir. Bu oyun hala devam ediyor.
İsyan Kürt egemenlerinin yaklaşımıdır. Barzani ve Talabani'ye dikkat edilmeli. 
Kürt halkını da Kemalizmi de bu hale getiren isyanlardır.
1919-1924 sürecini anlatan Doğu Perinçek kitabı okunmalı. (Doğu Perinçek, 'Kemalist Devrim - Kurtuluş Savaşı'nda Kürt Politikası, Kaynak Yayınları. kitabından bahsediyor)
Mustafa Kemal 1919'da Kürtlere bütün özgürlükleri tanıyacaktı. 'Oyuna gelmeyin' dedi.
'Kürdistan devleti kurma oyununa, Ermeni devleti kurma oyununa gelmeyin.' dedi.
Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin bütün özgürlükleri tanınacaktı.
Doğrudur, Atatürk stratejik açıdan yaklaştı. Bu 24'e kadar sürdü.
Şeyh Said isyanı taviz koparma amacıyla Kürtleri ateşe atmıştır.
Bu isyan Kürtler için büyük felaket oldu.
Barzani ve Talabani böyle ortaya çıktı. Kürt namusuyla oynandı, ateşe atıldı.
Bush ve İngiltere böyle yaptı, 'Kürtlere devlet vereceğim' dedi. Bunların hepsi hikayeydi.
Sonuçta içinden çıkılmaz bir Kürt ve Kürdistan sorunu doğdu. Sonuç trajedidir. Bu tarihi açmak gerekiyor.
1925 isyanı ve bastırma, iki taraflı şiddet, Cumhuriyet ve Kemalizm'i olumsuz etkiledi ve demokrasi kaybetti. 1924'e kadar Mustafa Kemal'in çizgisi önemlidir. Kürt isyanları devreye girince Cumhuriyet tökezledi. Mustafa Kemal bilinçliydi; bu işbirlikçileri tanıdı.
Mustafa Kemal'in Cemile Çeto için 'Kendi halkına bu kadar ihanet edenin bana da hayrı olmaz' dediği söylenir.
Cumhuriyet ideolojisine aykırı değil. Türkiye'ye en iyi yardım 1925 Musul-Kerkük oyununu bozmaktır.
...
Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı'ya sahip çıkılamıyor. Burkay gibiler Avrupa'da yaşıyor....
Görüyorsunuz, en değme Kemalistler harcandı. Bu cinayetlerde İran'dan medet umuyorlardı. Son derece duyarlı olunmalıdır. 28 Şubat süreci önemlidir.
Aslında Kemalizm'i yeniden incelemek gerekir. Kemalizm'de Kürtlere yer olduğu kesindir. Kemalizm'in güncelleştirilmesini iyi irdelemeliyiz..."
(Bkz: PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan yoldaşın değerlendirmesi, Serxwebun sayı 222, Haziran 2000)

"Kürtler üzerindeki ABD mandacılığı hazırlığına kimse Sosyalizm, Marksistlik ya da Devrimcilik etiketi yapıştırmasın."
Uğur MUMCU

Aydın ve Devrimci duruş, durumu partiler veya ırklar bazında değil,
bölgedeki emperyal güçler ve karşı güçler, halkları ezen kuvvetler ve buna karşı duran kuvvetler denkleminde değerlendirmeyi gerektirir.

Mesele AKP, HDP, CHP veya baraj meselesi değil değerli dostum...

Hani dört nala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket BİZim ya güzel dostum...
İnsanın, insana kul olmadığı bir dünyaya özlem,
Bu davet BİZim ya...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret BİZim ya değerli dostum...

Şimdi, BİZ...
HDP ile devam eden oyunu işaret ettiğimiz için;
"Kürt düşmanı" diye nitelediğiniz...
"Irkçı", "Faşist" diye yaftaladığınız BİZ...

Bu topraklarda, bu kan denizinin dalgalarında haykıran;
Geçit yok...
Geçit yok. İsyan var...
Geçit yok Amerika'ya, geçit yok Emperyalizm'e...
Yetti artık sönen ocaklar, akan kardeş kanları...
Soracağız hesabını...

Haykırıyoruz BİZ bir kez daha;
Katil Amerika
Katil Amerika
Katil Amerika...

Buralarda BİZ varız. 
Türküz,
Kürdüz,
Arabız BİZ.
Anadoluyuz BİZ.

BİZ varken, geçit yok Amerika'ya...
Halkız BİZ...
Ve elimizde kalemimizle hazırız;
Sıkılmış yumruğumuzla,
Kenetlenmiş dişlerimizle,
Öfkemizle,
Emperyalistlerin önüne vücudumuzu atmaya hazırız.
Geçit yok Amerikaya...

Sömürü, işgal, istila varsa
"Ya İstiklal ya Ölüm!" diyenler de vardır.
Varlar...
Var olacaklar...


Not: Bu yazı, ödedikleri bedellerin sahipsiz olmadığını bilmelerini istediğim Nevin Ulusoy ve Celallettin Ulusoy'a atfetdilmiştir.

9 Mart 2015 Pazartesi

Google'a hep sen mi soracaksın?

Google, kısa bir süre öncesine kadar işe alım mülakatlarında enteresan sorular soruyordu.
Son zamanlarda bu sorularla iş performansı arasında bilimsel bir bağlantı olmadığına karar vererek bu tip sorulardan vazgeçti.

O sorulardan bazılarını okuyup aklıma ilk 10 saniyede gelen cevapları burada paylaşacağım.
Neden ilk 10 saniye derseniz, çünkü iş mülakatlarında da genelde aklıma ilk gelen şeyleri cevap olarak söylerim.
Zira bu gerçek bendir.
Sonradan aklıma gelenler ise düşünen ben ;)


- Beş sent boyutuna küçültülüp bir blender'a atılıyorsunuz. Blender'ın bıçakları 60 saniye sonra hareket edecek. Ne yaparsınız?
Güneşi üzerimden yansıtarak parlatmak için olduğum yerde dönmeye başlarım.
Bu şekilde varyemez, paragöz birisinin dikkatini çekerek, onun "ahanda 5 cent" diyerek beni oradan çıkartmasını sağlarım.

- Bir çizgi film karakteri olsaydınız, hangisi olurdunuz ve niçin?
Pinokyo olurdum. Bu şekilde değişmeyen burun büyüklüğümle ne kadar dürüst bir adam olduğumu daha iyi anlardınız.

- Bir okul otobüsüne kaç golf topu sığar?
Sıfır.
Kimse golf oynamaya okul otobüsü ile gitmez bu sebepten normal şartlarda bir okul otobüsünde golf topu görme ihtimaliniz yoktur.
Hayat gerçekte olanlar bütünüdür. Olma ihtimali üzerinden kurgulananlar değil ;)

- Arkadaşınızla bir pizzayı paylaşıyorsunuz. Payınıza mümkün olan en fazla miktarda pizza düşmesi için kaç adet eşit boyda pizza dilimi olması gerekir?
İki.

Benim paylaşmaktan anladığım budur. Sizinkini bilmem.

- Başınızı nasıl tartarsınız?
Cuma akşamı iş çıkışı dostlarla biraraya gelir, sabahın ilk ışıklarına kadar içerim.
Ertesi gün öğlene kadar uyuyup kalktığımda başım o kadar ağırlaşmış olur ki; ağırlığını doğrudan hissederim.
Tecrübeyle sabit :)

- Dünyada bir sene içinde kaç şişe şampuan üretilir?
12.
En azından ben ayda 1 adet şampuan tüketiyorum ve benim dünyamda bir senede sadece 12 adet şampuan şişesi üretilir.
Gerektiğinden fazla tüketime ve dolaylı olarak da gerektiğinden fazla üretime karşıyım.

- Yağmur yağıyor ve aracınızı otoparkın en uzak köşesine park etmişsiniz. Hangisi daha kuru kalmanıza yol açar, koşmak mı yürümek mi? Peki ya şemsiyeniz varsa?
Şemsiyem kapalı aracıma kadar yürürüm.
Otoparklar kapalı olmuyor mu yahu?

- Adamın biri arabasını otele kadar ittirir ve servetini kaybeder. Ne olmuştur?
Kuvvetle muhtemel boşanmıştır.
Bugünlerde kadınlar, boşanma sonrası adamların donuna kadar alıyor diye duyuyorum :D

- Suda mı daha hızlı yüzersiniz yoksa bir şurupta mı?
Suda.
Şurupta yüzmüşlüğüm yok. Şimdi bilmediğim konu hakkında yorum yapmak istemem.


Evet dostlar böyleyken böyle  :)

6 Mart 2015 Cuma

Ekonomi Tıkırında

İşim gücüm budur benim,
dolar kuruyla oynarım her sabah,
Hepiniz uykudayken...
Uyanır bakarsınız 2,55 olmuş.

Faiz düşer kimi zaman,
bilmezsiniz kim yükseltir;
ben yükseltirim.

Dalgalı kura geçerim kimi zaman da,
o da benim vazifem;
bir dolar düşünürüm ayakkabı kutumda,
bir altın düşünürüm yastık altında,
bir hesap düşünürüm İsviçre bankalarında,
ne halt edeceğimi bilemem.

Orhan Veli Kanık'a saygılarımla...