28 Aralık 2009 Pazartesi

2009 Biterken...

Bugün yapacak hiçbir şeyim yok...

İş yok, proje bitti.
2010 bütçesi henüz onaylanmamış, ne olacağı belli değilmiş...
Proje... Onay... Bütçe...Şirket Politikası...
Karışık, sanal şeyler...
Doğayla hiç alakası olmayan şeyler.

Öyleymiş böyleymiş, büyük oyunlarmış, küçük hesaplara yer yokmuş.
Bol sıfırlı kağıtlarda, adına "Sözleşme" denen yazıların altına imzalar atılırmış.
Al gülümmüş ver gülümmüş...

Düşününce yoruluyor insan.
Oysa basittir hayat, yaşamak kadar...

Şimdi de bilgisayarın başında saniyeleri sayarak yaşıyorum.
Etrafıma bakıyorum boş boş...
Kulağımda çınlıyor 'The Lost Fingers' ın 'Careless Whisper' yorumu...

Masaları başında insanlar önlerinde duran ekranlara bakıyorlar.
Gözle görülen bir şey yapmasalar da bir şekilde bir yerlerde bir şeyleri değiştiriyorlar.
Ve buna "İŞ" diyorlar...
Evet ben de onlardan biriyim aslında. Sanal İŞÇİlerden biri :)

Çok sorgulamamak gerekiyor sanırım.
Sorgulayınca her köyün bir delisi oluyor zaten.

Bu yıl, yani 2009'da olanları ne hatırlamak istiyorum ne hatırlatmak.
Bu ülke insanı ve dünya insanları için karamsarlığın ön plana çıktığı bir yıl olduğunu düşünüyorum.
Ne kadar çok olay, ne kadar çok karmaşa ve ne kadar çok bulanıklık yaşandı bu yılda...
Oysa ki sarhoş vatandaşın yüksek kara mizah anlayışıyla başlamıştık yıla. (bakınız ->)


Bu yılı İngiliz Kraliçesi 2. Elizabeth'in, 1992 için söylediği bir cümlesini, 2009 için tekrarlayarak bitirmek, Ece Temelkuran'ın da dediği gibi, en doğrusu olur sanırım;
2009 "is not a year on which I shall look back with undiluted pleasure.In the words of one of my more sympathetic correspondents, it has turned out to be an Annus Horribilis".
Yani Elizabeth yengemiz diyor ki; "bu yıl korkunç bir yıldı".

Ben de diyorum ki; umarım 2010 "Annus Mirabilis" olur. Yani "Harikalar Yılı"...

Hepinizin yeni yılını kutlarım...
Bir de GREENPEACE'den Penguen Alex'in arkadaşlarının mesajını iletirim;


10 Kasım 2009 Salı

3 Kasım 2009 Salı

Dünün Sözü, Bugünün Özü...

"GÜLMEDEN GEÇİRİLEN BİR GÜN, KAYBEDİLMİŞTİR."

Charlie Chaplin (1889 - 1977)

Sessiz sinemanın küçük ama komik devi.
Kendi filmlerini yazan, yöneten, müziğini yapan
ve oynayan ,ilk sanatçıydı. Dünyayı değiştiren
mizah adamı, yarattığı karakterle sinema
tarihinin ilk global "ikon"u oldu.

O bir Çirkin Kral'dı... ->>

30 Ekim 2009 Cuma

Çok Zaman Geçti

Çok Zaman Oldu yazmayalı...
O kadar yoğun geçti ki günler; düşündüklerimi, hissediklerimi ve yaşadıklarımı oturup tekrar hayal ile yaşamaya fırsat kalmadı.
Dönüp bakıyorum son yazıma; bir ay geçmiş aradan. Tek bir kelime çiziktirmemişim kenara...

Bi özet yapsam son bir ayın gündeminden neler dökülür acaba? Kendi gündemimden değil de Türkiye'nin gündeminden bakayım bi;

- Deniz Seki hapisten çıkmış -> Çok da fifi...
- Farmville oyununun internetten erişimine yasak gelmiş -> O ne ola ki?
- DİSK Genel Başkanının topunnnkklarına sıkmışlar, konu alacak davasıymış -> Pis kokular geliyor...
- IMF protestolarında Taksim'den dumanlar yükselmiş -> Kum koyuyom,su koyuyom, b.k koyuyom polis oluyo...
- Tayyeap, Deniz Baykal'a mektup yollamış, "görüşek mi la..." demiş -> Şaka mı bu yaaa... Dumanla haberleşsin yetisizler...
- Sabri şut çekmiş, top yine taça gitmiş -> O Allah'ın emri...
- Ermenistan ile protokol imzalanmış -> Ermenistan'a da bak hele, HİNDİ gelecek yerden protokol esirgemiyor akıllılar.
- Aylardır ne olduğunu anlayamadığımız "Demokratik(!) Açılım" da adım atılmış;
37 PeKeKe li dağdan inivermiş -> 24 Saatte "Pişmanlık Yasası"ndan yararlanıp çıkıvermişler ama kimse de "Çok pişmanım gurban..." dememiş. "Biz barışa destek vermek için geldik" demişler. Yahu bu adamların suçsuz olduğuna 24 saatte karar veren HUKUK, 350 gündür Silivri'de yatan, henüz hukuk önünde suçları sabitlenmediği için SUÇSUZ sayılan, tam olarak ne ile suçlandıklarını bile bilmeyen adamlara gelince neden bu kadar yavaş işliyor? Sorarım a DOSTlar...
- Genel Kurmay'ın "Kağıt Parçası" dediği belgenin aslı Ergenekon Savcılarında çıktı -> Ulan çakallar, madem orjinali sizdeydi, bugüne kadar neyi beklediniz açıklamak için? Gündem mi değiştiriyorsunuz yoksa? Yoksa PeKeKe lilerin şovuna dönüşen "Aç-ılım" fiyaskosunu mu örtüyorsunuz?
- Domuz Gribi Türkiye'de de can almaya başlamış -> Yahu Kene,Kuş gribi, Domuz gribi nedir bu arkadaş. Mahlukat-ı Böcekler taktı bize kafayı iyi mi? Sağlık Bakanı Recep Akdağ da demiş ki; "Grip aşısı olun yoksa toprak citi olursunuz karışmayız haaa". Ya Labaratuvar ortamı Recep, bırak bu ayakları.
- Film Ekimi Başladı -> CHE 1 : ARJANTİNLİ, CHE 2: GERİLLA . Onurlu bir mücadelenin güzel insanları...
- Saatler 1 saat GERİ alındı -> Ulen işten çıkınca akşam oluyor resmen yaaa...
- PeKeKe Brükselde basın açıklaması düzenlemiş -> Ulen Lahananızı yiyim sizin. Bir biz düzenleyemedik şu basın açıklamasını argıdeş.
- Benzine yine zam gelmiş, işsizlik rekor kırmış, istanbulun trafiği adamı deli etmiş, polis yine birini öldürmüş, insan hakları hak getirmiş, felanca yolsuzluk yapmış, filanca malı götürmüş, kriz teğer GEÇMİŞ, millet cinnet GEÇİRMİŞ ... -> Güneş de hergün doğudan doğuyor...

25 Eylül 2009 Cuma

Bir Miras...

Ben, manevi miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Zaman süratle ilerliyor; milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.

Mustafa Kemal Atatürk

7 Eylül 2009 Pazartesi

Bir Bakmışım...

İşte geldi yine sonbahar.
Bulutlarıyla ve yağmurlarıyla merhaba dedi Eylül, renkleri çaldı, bıraktı yine grileri,kahveleri...

Güzel coşkulu bir yazdı oysa. Assos'u, Ayvalığı, Cundası... Yeşili, mavisi... Ne çabuk da bitti.
Bir Bakmışım gelivermiş sonbahar.

Şikayetçi değilim ama...
Şikayetçi değilim Eylülden ve renklerinden.
Şikayetçi değilim bir anda içimi kaplayan bu huzurlu sakinlikten.
Sorgulamıyorum bu sebepten Eylülü.
Belli ki o da beni...
Sormasın zaten kim olduğumu...
Nereden geldiğimi...

Gözlerimdeki bu kırmızı bulutların sebebini...
Ve kulağımdaki ezginin telini...
İşte yine o büyük beyaz bulutlar...
Sevdalı olmalılar, böylesine sarmaş dolaş olduklarına bakılırsa...

Geldi Eylül sakladı güneşi beyazların arkasına.
Biliyoruz ordadır yine ama...
Ara sıra dil çıkartsa da güneş, Eylül varken hükmü yoktur onun.

Sonbaharı sevmek güzeldir kanımca.
Sevdikçe daha güzel olduğunu bilerek...

14 Ağustos 2009 Cuma

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Konser...

Bir konserdi.
Herkesi kendine çekti, dolunayı bile...

Uğur MUMCU oradaydı.
Ne bir haram yemişti,
ne bir cana kıymıştı.
Ekmek kadar temiz, su gibi aydındı.

Orhan VELİ oradaydı.
Gün olup, alıp başını gitmişti. Denizden yeni çıkmış ağların kokusunu içine çekmişti.

Ve Zülfü LİVANELİ oradaydı.
Yaşamaya sevdalı bu güzel yürek, sahnede sevdalı bir hayattı.

Derken
Yaşar KEMAL çıkageldi.
O dev cüssesi, kocaman gözlükleri ve ağır edebiyat kokulu adımlarıyla, oradaki herkesin ruhuna heyecan kattı.

Bir konserdi.
Yüreğime işledi.

4 Ağustos 2009 Salı

Bir TÜR

Bugünkü dersimizin konusu, Charles Robert DARWIN'in EVRİM teorisini destekler yönde hal ve davranışları olan, Homosapiens gillerden bir tür;
Homosapienus ALİyus...
(Daş Devrinden Bir Homosapienus Aliyus Fotoğrafı)

Evet arkadaşlar konumuzun odak noktası olan Homosapienus Aliyus, genellik itibari ile Anadolu'nun batısında yaşayan bir türdür. Geçmişte Ephesus, Miletos, Didyma ve Smyrna bölgelerinde sıklıkla görülmüş bir tür olsa da, günümüzde, değişen coğrafi koşullar ve doğal ortamının insanlar tarafından tahrip edilerek azaltılmasından dolayı, nesli tükenmekte olan türler arasındadır.

Homosapienus Aliyusların temel özellikleri arasında uçurganlık, kaçırganlık, zıpırganlık ve pıtırganlık sayılabilir.

Temel besin kaynağı zeytin ve zeytin ürünleri olan Aliyuslar, 3G hızıyla hareket edebilen ve çabuk kitle edinen bir yapıya sahiptir. Hemcinslerinden arkadaşlık kurduğu türler arasında EMEKus İskoçus, ÇAĞLARus Angorus, OKTAYus Çok Güzel Yemek Yapıyus,MAHMUTus Askerus, FERHATus Türk Loydus, ÖZGÜRus Mamutus ve Chun Lee BORAtus gibi türler yer alır.Karşı cinsten ise EZRAyus Her Telden Çalaruz, EMELus Das ist ein a Unte Shabus, AYŞENus Alagasızus, NİHALus Topraaamus gibi türler ile yakın arkadaşlık içinde olan Aliyuslar; Sarışınus, Esmerus, Kumralus gibi diğer karşı cinsleri de severler, sayarlar, yeri gelir yine severler. Humanisttirler yani özetle :D

Farklı konseptleri bir araya getirerek, aynı potada eritmeyi çok seven bir tür olan Aliyuslar, besin piramidinin üst kısımlarında bir köşecikte yer alırlar. Aliyuslar için zaman zaman "Et mi yer bunlar be yauw" dense de yeri geldiğinde hem sağlam yer hem de sağlam içerler, çok da güzel sarhoş olurlar ki dadından yinmez.

Homosapienus Aliyuslar, gelişimlerinin 1. devresinde toynaklarını birbirlerine vurarak çeşitli sesler çıkartırlar ve bu seslerle eğlenirler. 2. evrede bu seslerin müzik denen olguya işaret edeceğinden ve Morcheeba dinleyip "So run honey runnn..." diyecek duruma geleceklerinden habersizdirler. 3. evresinde iyice zıvanadan çıkan Aliyuslar, yeri geldiğinde Balkan müziği ile şopara, İspanyol müziği ile çingeneye, Latin müziği ile de gerillaya bağlayabilmektedir.
Avrupada; tavlada 5 kere üst üste 5-4 atarak, kırık pulunu girememe rekorunu elinde buluduran tür olarak tanınan Aliyuslar;
Çantada keklik,
Ayda krater,
Kopenakta da kriter gibidirler.

Genel hatları ile tanımaya çalıştığımız Aliyuslar'ın hakkında,
National Geographic Wild tarafından yapılmış bir çok belgesel de mevcuttur. Özellikle, kuyruklarını düşürüp, iki ayak üstünde durmayı başardıkları bölümü herkese tavsiye ederim.

Evet arkadaşlar, dersimizi bir mani ile de sonlandırmak isterim;

Rakıda buz,
Sofrada karpuz,
Bu akşam evde yokuz,
Değil mi Aliyus,
Bu işi moka sarıyorus,
Pek de severim rus,
Y
ok artık Meydan LAROUSSE...

7 Temmuz 2009 Salı

Bir SEFER

Solda güneş yükseliyordu, güneye giderken.
Ve güneş yakıyordu tenimi, denizin sesini dinlerken.

Uyku gereklilik değildi, uykusuzluk da öyle.
Ve her şey doğallığındaydı, düşüncelerim gibi.
Yollar tükendi gitti ayaklarımın altından,
dağların en yükseğinden ve yamaçlarından...
Her
SEFER bir yenilikti, bu SEFERkinin yenisi;
ağaçkakanın sesiydi.
İpin bir ucunda ben vardım,
diğer ucunda uçurtma.
Rüzgar doldurdukça kanatlarını,
ben oluyordum yükselen.

Kordon'da güneş batıyordu, körfezin üstünden.
Ve bu SEFER orada bitiyordu, kızıllığı izlerken.












İşte böyle geçti bir SEFER bu SEFER... :)

25 Haziran 2009 Perşembe

İstanbulda Trafik Çilesi...

Otobüsteysen...
İnsan olarak biniyorsun.
Sardalya olarak iniyorsun.
Beynin oluyor kumpir.

Arabandaysan...
Solunda 250 bin dolarlık BMW,
Sağında 5 bin liralık Renault Spring,
Ortada sen duruyorsun.
İşte Mao'nun bile sağlayamadığı eşitlik...

(bağlantı)

18 Haziran 2009 Perşembe

Dostlar sofrasında...

Şimdi orada olmak, ya da burada...
Şimdi tam da zamanında.
Herkesin herşeyleştiği,
Tarihin durmadan yazıldığı,
Özgürlüğü vuranların, Ege'de resim yaptığı bu dünyada;
Varsa birazcık olsun inancın, şimdi olursun Hindistan'da, Cenova'da ya da Latin Amerika'da...
Aslında hiç farketmez Hindistan, Cenova, Latin Amerika...
Özgürlük elinde, özgürlük seninle, özgürlük...
Özgürlük sen oradaysan orada...

Özgürcüm koy rakıları da gün batımını nefeslerken iç çekelim kaçan bahara...
Özgürlük, şimdi dostlar sofrasında...

16 Haziran 2009 Salı

İç çekişmeler, iç geçirmeler...

Auuuhhhmmm...
Üfff... Püffff...
Saat kaç?
6:30. Alarm neden çalmadı ki?
Şimdi çalar herhalde.
Üfff sabahın 6 buçuğunda kalkılır mı yaa? Hangi akılsız kurdu bu düzeni?
Çalacak mı bu saat acaba?
Emeen kalkayım bari, nasıl olsa kalkacağım üç beş dakikaya.
(Üff + Püff) x 10 ...
Len bu ben miyim aynadaki? Kamyon çarpmış gibi bu ne yaa, tipe bak...
Kulaklara bak, tavşan gibi...
Hımm yüzümüzü yıkayalım... Helam bilem bili bili bulu gidi hebelebe heammm...
Yaa sabahları beynime takılan şarkılardan da nefret ediyorum. Sümük gibi yapışıyo beynime çık git git bea git öfff...
Hımm Hımmm i FALL like a staaaarrr... töbe töbe yarabbim aklıma girmiş...
...
Üff bu ne soğuk kardeşim. Geçen sene yağmur yağmadı bu sene de kelimiz kurumadı anasını.
Ulen bir gün ben de kel olacak mıyım acaba. Amaan ko g.te, kel başa şimşir tarak bir kız gördüm sarımtrak hehehe.
Enee bunu Grup Vitamin söylüyodu bak o adamlarda uçtu gitti...
...
Öff bu ne trafik arkadaşım, bitmeyecek mi bu memleketin trafiği ya şiştim...
Heh gel öyle gel, üstümden geçecek ayı.
sinyal versene camış... Bas bas kornaya bas açılır trafik bas iyi bas bak elin kayıyo titriyo ses iyi bassana...
Homur homur homur...
Amma asabi oldum vallahi yaşlanınca çekilmez bi adam olacağım galiba :D
...
Hee vallahi her şey köprüyü geçene kadar. Ne güzelsin be şehr-i istanbul...
(26.02.2009)

1 Haziran 2009 Pazartesi

FUTBOL ...

Nedir Futbol?
Milyonları peşinden sürükleyen...
Emek dökülen...
Sevilen ve nefret edilen...
İnsanları aşka sürükleyen...
Sokaklara döken ve sabahlara kadar çılgınca eğlenmelerine sebep olan...
Ağlatan ve güldüren...
Uğrunda şarkılar, şiirler yazılan; filmler ve belgeseller çekilen...
Ve hatta kendi tanrıları olduğuna inanılan...
İran Şah'ını, Brezilya'nın tanrısı Pele ile 2 dakika konuşmak için ha
va alanında 2 saat bekleten...
Maradona'ya, 1986'da İngiltere'ye eliyle attığı gol için "O Tanrı'nın eliydi" dedirten...
Söyleyin Allah aşkına; nedir bu Futbol?


Dünyada en çok bilinen üç şeyden biri olan Pele 1965 yılında, 15 yaşındayken, ilk kontratını Santos takımı ile imzalamıştı. Tam olarak 10 dolar karşılığında bir imzaydı bu. Ve ilk parasıyla annesine bir fırın almıştı...



Ernesto Guevara de la Serna (CHE), sonu devrime gidecek macera yolculuğuda, annesine bir köy takımına nasıl teknik direktörlük yaptığını ve aynı zamanda da takımda forvet oynadığını yazmıştı...
Bunun gibi, futbol her zaman devrimlerin ve mücadelenin sembolü olmuştu...


Bob Merley 1979'da futbol için şöyle demişti: "
Futbol tamamen kendine özgü. Bir bütün dünya. Bir evren. Futbolu seviyorum çünkü oynamak için yetenekli olmalısınız. Özgürlüktür! Futbol özgürlüktür!
"
Her fırsatta parklarda futbol oynamıştı. Anlaşılan o ki Marley'in futbolu, dünyaya bakışı gibi renkli, keyifli ve anlam yüklüydü.
1977 yılında, İngiltere'deki Battersea Parkında top oynarken ayağında bir yara oluşmuş, bu yara enfeksiyon kapınca doktorlar yara olan parmağını kesmek istemişti. Ancak Bob Marley bu durumun hem sahne performansını etkileyeceğini hem de Rasta anlayışına ters düştüğünü belirterek bu operasyonu reddetmişti.
Futbolu çok seven Marley, yine futbol oynarken açılan yarası nedeniyle, bu dünyadan ayrılmıştı.
Hayata gözlerini kapatırken, oğlu Ziggy Marley'e söylediği son sözleri; "Para, hayatı satın alamaz" olmuştu.

Marley'in dediği gibi; para hayatı satın alamazdı, Futbol tutkusunu da öyle...
Eski çağlarda insanların inanacakları DESTANlar yazılırdı. Ve bu destanlar nesiller boyu ağızdan ağıza aktarılır,yayılır, destanın şanına yakışır hal alırdı.
Bugün o destanların yeni adı; Futbol...

17 Nisan 2009 Cuma

Köy Enstitüleri 69 Yaşında...

Köy Enstitüleri; Üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim...

Bir yaz günü Almanyaya uçuyoruz,yanımda Ergin Bey.
Dedem İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunu olduğu için, ondan kalma fotoğrafları hatırlayarak TKE hakkındaki muhabbetimizi derinleştiriyorum.Kendisinin engin bilgisinden faydal
anıyorum. Daha sonra konu uçmaya geliyor. Uçma tutkusundan bahsediyor Ergin Bey, gözleri büyüyerek... Bir an yanımda oturanın Ergin Bey değil de sanki Richard Bach olduğunu düşünüyorum. Gülümsüyorum içimden. Daha sonra uykuya dalıyor...
İsmail Hakkı TONGUÇ, dünyada eşi olmayan ve eğitim alanında tüm dünyaya bir model oluşturacak olan TKE fikrini, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL ile birlikte imar ederken belki de bu çocuk yürekli DEV ile ilgilenmeyi biraz ihmal etmiştir diye geçiriyorum içimden.

Yine bir hava boşluğuna giriyoruz.
Yolcular etraflarına endişeli gözlerle bakarken, uyuyor Ergin TONGUÇ.
Ergin Bey'in "Sallanmayan uçaktan korkacaksın" sözü geliyor aklıma.
Gülümsüyorum kendi kendime...
(Anılardan: İzmir Adnan Menderes - Berlin Tegel uçağı 2000)


1944 - Kızılçullu Köy Enstitüsü(İZMİR) ; Çağdaş Görünümlü Köy Kızları

1943 - Kızılçullu Köy Enstitüsü (İZMİR) ; Tarlada Enstitü Öğrencileri

NOT : Uğur MUMCU'nun Köy Enstitüleri ile ilgili sempozyum konuşması...

9 Nisan 2009 Perşembe

Yakala yakala kaçmasın bahar

İşte bahar geldi kapımıza...
Kıpırdıyor içim, bilmez sebebini zihnim.
Ben biliyorum da kendime söylemiyorum :)
Şimdi yenilenme vakti, yeni mavilikleri keşfe çıkma vakti.
Haydiiiiiiiii... :D
Yollarda aç, ayakaltı düztaban...
Açmışlar birer birer bana gülümsediler...
Kokulu dar sokaklar, fıkırdar durur tenim
İnanıyor her yerim...
Du day du da du day du daaa
Tutturmuş gidiyor dilim

Yeter mi? Yetmez...
Canlandım - Şanlandım
Üşümüştüm - Isındım
Solmuştum - Doğruldum

Güneşi yola yola, yazbaşı yakınlarda...
Bahar geldi kapımıza, hey merhaba!!!
İçime doğan doğa, duydu beni bir anda
Bahar geldi kapımıza, hey merhaba!!!

Coşkun pınarlar akar
Fikirler filizlenir, hadi umut yuvarlan.
Ekşimiş eskileri, hücreler yeniledi
Tüyden hafif ben oldum, tırtıldım kelebek oldum :D

Yeni midir bilmek?
Canlandım - Şanlandım
Darılmıştım, Solmuştum, Dilsizdim - Açıldım...

Yoluyorum şimdi güneşi, yaz göz kırptı kapımdan
İçime doğuyor şimdi doğa, duydu sesimi galiba
BAHAR GELDİİİ, HEY MERHABAAA !!!

Aldım gemide yerimi, haydi kaptan çek yelkenleri. Alli Mia Foraa...

Not: Bu bahar kalp kirizi geçirmiş, ona by-pass yapıyorum ;)

27 Mart 2009 Cuma

Ben içeri düştüğümden beri...

Şu koca evrende bir mavi nokta...
O mavi noktada bir ŞAİR...
Ve gökyüzündeki yıldızlar arasında bir tanesi gibi bir ŞİİR
...
Ve şimdi sen...
Ve şimdi ben...
Ve şimdi biz...
Kalbimin hapsindeyiz.

- Ben İçeri Düştüğümden Beri -

"Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’
Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
Yedibuçuğu doldurup çıktı.
Dolaştı dışarda bi vakit,
Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda...

Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor

Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız

Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman
Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları
Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine
‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’

Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’ı güzaf..."

16 Mart 2009 Pazartesi

Yılmaz ÖZDİL'e...

Haldır
Huldur
Paldır
Küldür...
Ay mıdır?
Yıl mıdır?
Iıı ikisi de değildir;
YILMAZdır.

Erkil
Kerkil
Ada vapuru...
O nerden çıktı bee
Yaa ööle çıktı verir işte;
ÖZDİL.

Her gün okurum, kendimi bulurum.
Köşe yazmak kolay mıdır?
Bol kepçeden kolaydır da azdan öze zordur ;)

"
İzmir


Türkiye'den sıkıldığım zaman İzmir'e giderim ben.

Simite gevrek deriz biz...

Çekirdeğe çiğdem.

Kordon elektrik aleti değildir.

Kumru da kuş değildir bizim için...

Yengen'i yeriz.

Sen sigorta dersin...

Biz asfalya deriz.

Uzatmayız...

Gidiyom geliyom deriz.

Domates dediğin, domat işte.

Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60'ar 80'er midye yeriz, istifno severiz, cibez'e bayılırız; gece 3-4 gibi boyoz'a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...
*
Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır, nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar'ız, Sezen Aksu'yuz; bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı Despina'yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele gezeriz.
*
Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık, Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul Özkök'ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır söylemesi, Mahsun Kırmızıgül'le Alişan'ı ayırt edemeyiz biz.
*
Gülümseriz.
*
Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit köftemiz olduğu için, McDonald's'ın bunalıma girdiği tek şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek, zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe, Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız... Pak Bahadur'u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir'de.
*
Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi'ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı'da kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı Karakolu'ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz! Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20'de tiyatro başlıyor... 20.30'da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten 21'de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız, bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki 202'dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.
*
35'imiz var.

35 buçuğumuz da var.

34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.
*
Özetle, arızayız!
*
Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize... Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli Mücadele Müzesi'dir... İstanbul'daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara'daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı'nı teklif etmez hiç kimse.
*
Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir'de miting yapacakmış Başbakan.
*
Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen'in Kordon'da üstü açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye'nin anca yıllar sonra keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."
"

Yılmaz ÖZDİL
( http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11207068&yazarid=249&tarih=2009-03-14 )

10 Mart 2009 Salı

Zamanda Akan ÇAY

Zaman ne de çabuk geçiyor...
Uzun zamandır yazmıyorum. Aslında yazacak kadar düşlemiyorum.
Zamanın içinde akıp gidiyorum.
Bazen yatağıma uzanıp başımı yastığa bıraktığımda düşünüyorum;
bir gün içerisinde ne akdar çok soru sorduğumu ve ne kadar çok soruya cevap verdiğimi...
Bu kadar karmaşık değil ki hayat, neden bu sorular ve cevaplar???
Ben basit olanı seviyorum, çünkü onu yakalamak sanılandan daha da zor.
Karmaşık sözleri, yüklendiği anlamı taşıyamayacak cümleleri sevmiyorum.
Hayatın içindeki kirler gibi geliyor tüm bunlar bana.
Oysa doğa öyle değil...
Doğa basit sorunlara sahip ve onlar için ürettiği basit çözümlere...
Karıncayı incitmeyecek kadar basit yaşamanın zorluğu da burada; doğayı anlamış olmakta...
Bu sebepten yaşanmamışlıklarımda neden aramıyorum.
Yaşanmışlıklarıma sahip çıkıyorum.

Şimdi yaşamanın güzel yanı, sahilde bir çay...
Onu içiyorum...

2 Mart 2009 Pazartesi

BLACK...

Bilgi senin için ne ifade ediyor?
Bilgi Her şeydir.
Bilgi ruh,bilgelik,cesaret, ışık ve sestir.
Bilgi İncilim, Tanrım...
Bilgi Öğretmenimdir...

"Birçok kez denedikten sonra..
..pek çok kereler düşmesine rağmen..
..örümcek sonunda evine vardı.
Karınca dağa tırmandı.
Kaplumbağa çölü geçti..

..ve bugün, Michelle sonunda mezun oldu.

Ama sizinle benim aramda bir fark var.
Sizin 20 yılda yaptığınızı yapmak, benim 40 yılımı aldı.
Ama sonunda başardım!
Küçükken, hep diğer çocukların gerisinde kalırdım.
Ailem hep benden utanırdı.
Her yıl evi arayıp, "Anne, kaldım" derdim.
Ama bugün..
.."Anne, geçtim" diyebilirim.
Ailemin benimle gurur duyduğunu biliyorum.
Gururla dünyaya, kızları olduğumu söylüyorlar.
Teşekkür ederim anna, baba.
Çocukken, hep bir arayış içindeydim.
Ama sonunda, sadece karanlık buldum.
Bir gün, annem beni bilmediğim bir kucağa koydu.
O herkesten farklıydı.
O bir sihirbazdı.
Yıllar boyunca, beni karanlıktan ışığa sürükledi.
Tanrı söz konusuysa, hepimiz körüz.
Onu ne gördünüz, ne de duydunuz.
Ama ben Tanrı'ya dokundum.
Varlığını hissettim.
Ona Ö diyorum. Öğretmen.
Benim için herşey siyahtı..
..ama öğretmenim bana siyahın yeni anlamını öğretti.
Siyah sadece karanlık ve boğulma değil.
Başarının rengi.
Bilginin rengi.
Mezuniyet cüppesinin rengi.
Bugün hepimizin paylaştığı renk.
Ama sizinle benim aramda bir fark var.
Bugün hepiniz mezuniyet kutlaması için bunu giyiyorsunuz.
Ama ben giymiyorum.
Çünkü beni bu siyah cüppeyle gören ilk kişinin..
..öğretmenim olmasını istiyorum.
Her mezuniyet gününde, beni buraya getirirdi.
Her yıl, şu kapının yanında dururduk..
..ve her yıl, elime şöyle yazardı:
"Bir gün, seni o sahnede görmek istiyorum Michelle."
Onun rüyasını gerçekleştirmek..
..40 yılımı aldı.
Ve bugün, hayatımda ilk kez, görme
yeteneğimin eksikliğini hissediyorum.
Çünkü, öğretmenimin, gururla, kapıda durup..
..rüyamızı gerçekleştirdiğimi görmesini görmek isterdim."


Akla ilk gelenden farklı bir Bollywood filmi...

BLACK = ERDEM

2 Şubat 2009 Pazartesi

Aykut BARKA'nın ardından...

Benim üniversiteye girdiğim yıldı. Okuyacağım alana uzak da olsa 'Deprem' konusuna merak salmıştım ve nedir, nasıl olur, neden olur gibi soruları kendime soruyordum.
Dediler ki; "Aykut Hoca'yı okumadan bu konuda aydınlanamazsın. Fayın kalbine kadar inmiş, hatta oraya öğrencilerini de davet edip üstüne bir de şarap ısmarlamış biridir kendisi.
O,
herkese olduğu gibi, hem kalbini ve bilgisini hem de odasını öğrencilere açmış bir insandır. Zira dünyanın bir başka yerine de gitsen, yerbilimleri konusunu araştıracaksan önce Aykut Barka'yı okuyacaksın derler adama."...
Ben de tamam dedim başladım araştırmaya.
Araştırdıkça ilgi alanım farklılaştı. Yerbilimlerine merak salmıştım ama merakım bir yerbilimcinin hayatını anlamaya yönelik değişti.
Aykut BARKA'yı, bir İNSANı, bir bilimadamını anlamak; ne binlerce kitap okumaktan ne de
beyninizin zeka kıvrımlarını oynatmaktan geçiyor. Bu tamamen insani bir duygu ve bir hayal...
Ve işte bugün,
ölümünün ardından tam yedi yıl geçtikten sonra,
bir bilimadamını, Aykut BARKA'yı anlamanın verdiği huzuru yaşıyorum.
Onun bilime olan inancını, öğretme isteğini, hayata dair tutkularını anlamanın mutluluğunu ve daha da ötesinde İNSAN olmanın tüm gereklerini yerine getiren birinin, hayatım boyunca hiç görmesem de, tanışmasam da, varlığını hissedebiliyorum.
İşte bu sebepten, seni saygıyla anıyorum Aykut Hocam...

13 Ocak 2009 Salı

MASKELİLER...

Bir oyun izledim.
Tek perdelik,
Üç oyunculu bir oyun...
İsrailli oyun yazarı İlan HATSOR'un "Maskeliler" adlı oyunu...

Gazze'ye, İsrail bombalarının yağdığı şu günlerde daha da anlam kazanan;
Naim, Halit ve Davut adındaki üç Filistinli kardeşin, karaların içerisinde maviliği arayışını anlatan bir oyundu.

İnsanın yüreğini avuçlarına alan ve biraz da hoyratça okşayan
ve bu hoyratlık karşısında duyduğunuz acıyı, avuçlarınız patlarcasına alkışlayarak savmaya çalıştığınız sonu geldiğinde; maskelerinizi çıkartmak istediğiniz bir oyun...

2 Ocak 2009 Cuma

Küba Devrimi 50 Yaşında...

Küba Devrimi 50. yaşını kutluyor...
50 yıldır devam eden Amerikan ambargosuna ve bitmek bilmeyen soğuk savaşa rağmen Küba Devrimi ayakta kalmayı başardı.
Küba halkı komünist rejimin getirdiği sağlık ve eğitim hizmetleriyle Amerika kıtasının en uzun yaşayan topluluğu ve en eğitimli halkı haline gelmiş durumda.
16. yy ile başlayan ve yüzyıllarca devam eden İspanyol sömürüsüne rağmen kendini bulmayı ve mutlu olmayı bilebilmiş bir toplumun 50 yıllık devrim hikayesi bu...
Çünkü kıtanın en mutlu toplumlarından biri olarak gösteriliyorlar ve tanrıyla araları çok iyi durumda :)
"Tanrıya çok şükür bütün çocuklarım sosyalist..." diyebiliyorlar.

Ne mutlu dağları yüce, denizleri engin ve ovaları uçsuz Küba halkına...