24 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 5

Vancouver ile Istanbul arasindaki farklar;

1- Vancouver' da her sey buyuk; yollar, arabalar, porsiyonlar ve porsiyona odenen paralar... Turkiye de bu kadar buyuk yol ancak Kizilay'da goruruz. Bu buyuklukte arabalarimiz olsa trafik sorunu kalmaz. Cunku hickimse trafikte ilerleyemez. Bizim zenginlerin bindigi cipler oyuncak araba kalir bunlarin arabalari yaninda. Hatta Kanadalilar arabaya degil kamyona biniyor desem yeridir. Porsiyonlar ise bizim 3 ogunde yedigimiz kadar. Hani bira icerken ortaya patates isteriz sonra biter sonra bir daha isteriz ve sonra bir daha... burda ortaya patatesi istiyorsun, o mekana sonraki 3 gelisin boyunca patatesi yemeye devam edebiliyorsun. O derece buyuk yani. 'that big. big big.' tabii hesap da buyuk geliyor. Bir de TL/CAD kur farkini kattigimiz vakit. Bir tur halay cekilir hesabin ustune...

2- Vancouver'in polisleri yabanci oldugunuzu fark edince kibarca gelip 'yardim istiyor musunuz?' diye soruyorlar. Istanbul'da ise yabanciyi goren polis genelde 'len suna iki adu ket cakayim, celme takip burnundan biber gazi vereyim de gorsun.... bidi bidi bidi...' seklinde dusunuyor. (Genel gecer dusunceleri bu yonde oldugu icin aslinda pek de yabancilarla alakali bir durum degil.)

3- Vancouver'da insanlarin elleri genellikle cirkin ve bakimsiz. Bizim memlekette daha guzel ve karakteristik eller var kanimca. Yine de el ogluna laf atmayalim :)

4- Toplu tasima icin bu arkadaslar "Sky Train" diye bir sey icat etmisler yillar once. Hala da bunu kullaniyorlar. Mesela Vancouver sehrinin bir ucundan diger ucuna gitmek en fazla 1 saat suruyor. O da cok fazla insan duraklarda inip bindigi icin. Ayrica yuksekte kurulan platformun ustunde ilerleyen bu trenlerin bir soforu de yok. Otomatik ilerliyor. Hani bizim "Metrobus" var ya. Normalde o otobuslerin de kendiliginden gitmesi gerekiyor ya. Neyse gectik biz o masali. Bizim metrobuste; 500 kisiyle birlikte kapiya saldiranlar arasinda kendine yer bulursan biniyosun. Haa bi de hangi duraga geldigini ancak 10 kisinin omzunun ustunden duraktaki yaziya bakarak anlayabilirsin. Yoksa bizde oyle durak haritasini araca koymak ne bileyim gelinen duragin otomatik olarak anons edilmesi gibi seyler lukse girer. Ayrica haramdir, fazla luks oldugu icin.
Ozetle Istanbullu hak ettigi tasimaciligi yasiyor.

6- Vancouverlular oldukca sicak insanlar. Kolayca diyalog kurup tanisabiliyorsunuz insanlarla. Ustunuzdeki ceketi begendiklerinde mesela, cekinmeden yaniniza gelip nereden aldiginizi sorabiliyorlar. Sonra da muhabbeti koyup gidiyorlar. Bagirani, cagirani, cildirani cok ama kimsenin birbirine bir laf attigi,karistigi yok. Ha bir de burda 70 milletten insan var. En cok da Koreli ve Cinliler var. Genel olarak guler yuzlu insanlar. Bosuna Kanada'nin Izmir'i dememisler :)
Istanbul insani ise biraz soguk, biraz yoz. Surati asiktir bizimkilerin genelde. Sehrin yorgunlugu suratlara yansimistir. Bir bezginlik vardir insanlarin suratlarinda. Bazen bir sey sorarsiniz, sordugunuza pisman olursunuz. Hele ki trafikte kimsenin birbirine tahamulu yoktur bizde.

7- Vancouver' da yaya gecidine daha gelmeden tum araclar durur. Ola ki biri yanlislikla yaya gecidine girdiyse hemen geriye alip aracini ozur diler. Bizde ise yayalar yokmus gibi davranilir. Bazen de bizzat yaya arkadasin ustune surulup urkutulur. Severiz biz aracimizla artislik taslamayi...

8- Vancouverlular oyledir, Istanbullular boyle...

9- Vancouver'daki koprulerin ustunde yurunebilir. Istanbul'un koprulerinde ancak avrasya maratonunda yurunur/kosulur vs...

10- Vancouver'da herhangi bir yerde kuyruk vardir. Alis veris magazalarinin girisinde, kafelerin girisinde, clublarin girislerinde vs. Mutemadiyen kuyrukta beklersiniz bir mekana girebilmek icin. Cunku yasalari geregi her mekanin alabilecegi en fazla kisi sayisi vardir. Bu sayinin asilmasi yangin,deprem vs gibi afetler gerekcesi ile yasaktir. Biz de ise kuyruk yoktur, olamaz da. Musteri veli nimettir. 40 kisilik mekanda 80 kisi olsa bile 81. kisi icin illa ki yer acilir. Bunun en guzel ornegi dolmuslarimizda yasanir. Bizim dolmuslarimiz asla dolmaz. Milletin surati cama yapissa dahi hala iceride bir kisiyi daha alacak yer vardir. Mekan sikintimiz yoktur yani.

11- Vancouver'da yagmur yagar da yagar. Istanbul'da yagmur yagar, sonra gunze acar, sonra kar yagar, sonra yine yagmur yagar. Istanbul'a guven olmaz. Vancouver ise bellidir. Yagisli...
12- 13 ten once gelen farktir ki muhimdir.

13- Aslinda tum bu genellemeler tartisilabilir. Ya ne sanmistin ki...?

14- Gun olur alir basimi giderim, denizden yeni cikmis aglarin kokusunda...

Anlayacaginiz dostlar biz insanlar;
Hepimiz farkliyiz, iste bu yuzden hepimiz ayniyiz...

17 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 4

Kirmizi...
Alabildigine kirmizi...
Ve Siyah.... Kapkara siyah...
Ve tutku ve ask ve sehvet...
Ve kadin... Damarlarina kadar ve son nefesine kadar kadin...
Ve erkek... Durusuyla ve varligiyla erkek...
Ve gitar ve yanik ses alabildigine...
Ve kiskirtici, tutsak, buyuleyici bir dans...
Ve Flamenko...
María Pagés...
Vancouver ile alakasi; gecen aksam barda tanistigim Ispanyol gencler, Maria Pages ve grubunun gitaristi, kemanisti, danscisi ve organizatoru. Hepsi cok sicak insanlardi. Beni bu inanilmaz gosteriye davet ettiler. Ben de tabii ki onlari Istanbul'a davet ettim.

Kapiya adimi birakmislar. Grenville ST. uzerindeki Orpheum Theatre'da enfes bir aksamdi.

Herkes disarda "Go Canada Go" diye bagirirken,
ben icerde yaklasik bin kisiyle birlikte Flamenko tutkusunu yasadim...

13 Şubat 2010 Cumartesi

Vancouver Günlüğü 3

Her sey cok guzel baslamisti...
Bizi havaalanindan limuzinle alip ve otele yerlestirmislerdi.
Sirketin farkli ulkelerdeki ofislerinden gelen calisanlarla inanilmaz vakit geciriyorduk.
Brezilyadan Ricardo...
Isvicreden Flavio...
Fransadan Emmanuel...
Ingiltereden Ben ve Justin...
Cinden Lan...
Polonyadan Michal...
Hollandadan Marco...
Singapurdan Irilyn...
Ispanyadan Tamara...
Amerikadan Shawn ve Charles... (The Texas Guys)
ve adini hatirlayamadigim digerleri...
Kredi kartlari, cep telefonlari, araclar, oteller, kiyafetler, ulasim bilgileri vs her sey 2010 kis olimpiyatlari icin calismamiz, ayni zamanda da olimpiyatlarin tadini cikarmamiz icin ayarlanmisti.

Vancouver tam bir eglence sehri...
Ilk iki gun egitim oldugu icin calismalarimiz yoktu ve is yerinden erken ayrilip 'Downtown' diye anilan sehir merkezine inmistik. Herkesin ustunde olimpiyatlar icin sirketin ozel hazirlattigi kiyafetler vardi ve bu kiyafetlerle toplu olarak dolasmak daha bir keyifli oluyordu. Cunku herkes bizimle konusmak istiyordu. Hatta gazeteciler roportaj yapmaya calisiyorlardi.
Ancak acilis seromonisine saatler kala yasanan talihsiz kaza herkesin keyfini kacirdi. Gurcu luger sporcusu, katildigi ilk olimpiyatlarda, henuz 21 yasindayken hayatini kaybetti.
Belki hayalleri vardi.
Belki sinisrlarini zorlamak istemisti.
Belki iyi bir skor icin hayatini tehlikeye atacak kadar cesurdu.

Herkesin yuzunde aciyi gordum.
Bu duruma herkes uzuldu.
Herkesin cani acidi.
Herkes ailesini dusundu genc sporcunun.
Hem de herkes...
Ancak Gurcu takimi buyuk bir erdemlilik gostererek seremoniye katildi.
Eger ki seremoniye katilmasalardi, eger ki acilarini herkesin gozune soksalardi; o zaman Kis Olimpiyatlari tamamen bu aci olayin golgesinde baslayacak ve oyunlar asil amacina ulasamayacakti.
Bu sebepten Vancouver 2010 Kis Olimpiyatlarinin gercek kazanani Gurcu takimi.
Cunku 2010 Kis Olimpiyatlari hep bu aci olayla anilacak.
Ve Gurcu takiminin yurekli davranisiyla...

Simdi daha iyi anliyorum;
Sanatin ve Sporun birlestirici ruhunu...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 2

Uzun soluklu bir okyanus yolculuğundan sonra, sonunda aşağıda kara göründü.

Alabildiğine donmuş topraklar ve bir zamanlar aktığı kıvrımlarından belli olan nehirler...
Şimdi donmuş karla kaplılar. 38 bin feetten (11km) bakıldığında dahi insanın içini üşütüyor bu görüntü.
Eminim ki -20 derecede, kar da güzelliğini yitiriyordur.

Şimdi Montreal, Washington D.C. , Chicago üçgenine girmekteyiz.
Toronto'ya yaklaşık 1 saatlik yolumuz kaldı.
Kalan 1 saatte de uçağın kanadı kopup bir yerime kaçmazsa, keyifli bir yolculuktu diyebiliriz.

9 Şubat 2010 Salı

Vancouver Günlüğü 1

Çok defalar uçağa bindim. Ama bu kadar çok yağmur yağarken ve şafak henüz sökmemişken ilk kez...
Her zamanki gibi tüm uçuş biletlerini pencere kenarı ayarlattım.

Şimdi yapmurun saçaklara vururken çıkarttığı sesi, uçağın gövdesine vuran yağmur çıkartıyor.

Ben de pencereden, kanat ışıklarının yanıp sönmesi ile ara ara gözüken yağmuru izliyorum.

Her yolculuk içimde bir heyecan yarattığı gibi nedenini bilmediğim bir hüzünü de beraberinde getrirmiştir.

Yine aynı duygu var içimde. Hüzünlü bir heyecan bu...

Bu yolculukta daha çok yolum var. İstanbul'dan Frankfurt'a, Fraknfurt havaalanında 3-4 saat süründükten sonra Toronta ve oradan da Vancouver'a geçeceğim.

Vancouver 2010 Kış Olimpiyatları'nın IT Takımında görevliyim.

Bu arada İstanbul'da uçağa girişi beklerken, lavaboya gitmek için, çantamı birisine emanet ettim ve şöyle dedim; "Lütfen çantama göz kulak olabilir misiniz?" Sonra da düşündüm kendi kendime; acaba diğer dillerde de böyle bir değim var mıdır?

"Göz Kulak Olmak"

Bu deyimin İngilizcesi olsa ve sonra tekrardan Türkçe'ye tercüme etseler şöyle olurdu sanırım; Çantamın gözü kulağı olur musunuz?".
-Olmaz mıyız be... Ağzı burnu bile oluruz... :)

NOT: Bu satırları Frankfurt Havaalanında yazıyorum (08.02.2010)

NOT2: İstanbul - Frankfurt uçuşu boyunca, sabahın 5'i olmasına rağmen, bağıra bağıra İspanyolca konuşan iki arkadaş; size yolculuk boyunca mütemadiyen sövdüm. İnsan olup da az uyusaydınız keşke...

2 Şubat 2010 Salı

Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadında...

Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadındaydı dün akşam...
Toplaştık eski dostlar bir evde.
Oy birliğini yakalayamasak da oy çokluğunu yakaladık sıcak şarapla.
Eksikler vardı elbette.
Kimisi bir başka şehirde,
Kimisi bir başka ülkede,
Kimisi de aynı şehrin farklı diyarındaydı ama
Eminim ki şarabımızın tadı ulaşmıştır onlara da.
Hoş sohbetimizin fısıltısı ulaşmıştır kulaklarına.

"Hayat kendini bulmakla alakalı değildir. Hayat kendini yaratmakla ilgilidir."
demiş İrlandalı yazar George Bernard Shaw.
Biz de kendimize bir parça yarattık sanki dün akşam.
Hatırı yıllarca unutulmayacak bir parça...

Sonra bitiverdi gece.
Zamanın ne çabuk aktığını fark edemedik bile.
Geriye kaldı Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadı;
Damaklarımızda...