24 Haziran 2008 Salı

Şaka mısın?

Sabah işe gidiyordum bir kedi gördüm. Kedi bana selam verdi, ben de kediye selam verdim. Derken ağacın üstünden bi sincap uçarak geldi ve bankamatikten para çekti.
Tam sincaplar uçabilir mi diye düşünüyordum bizim servis şöförü uçakla kaldırıma yanaştı.
Koştum atladım servise. Hayırlı olsun yeni mi aldın abi uçağı dedim? Meğer yeni değilmiş baba yadigarıymış, garajda sakladığı için bu kadar gıcır durumdaymış ayrıca üstü de açılıyormuş.Süper bi alet, görmelisiniz.
Köprüde trafik vardı ama biz altından geçtiğimiz için bizi ırgalamadı.
Tam Anadolu tarafına geçiyorduk camda bir UFO belirdi. Neyse işte UFO beni kendi içine çekti.
Baktım Bugs Bunny de orda. Hayır senin burda işin ne? Bu vakitlerde sabah çizgi filmlerinde olman gerekmez mi dedim. Tabii işi kaytarmanın verdiği mahcubiyetle utandı biraz. Yüzünün kızardığını görünce gülümsedim, olsun bi gün de sen dinlen dedim. O da bana güldü.
Alien abi geldi o sıra. Dedi senin beyninde deney yapıcaz biraz. Dedim beşeri bilimlerin gözünün yağını yiyim Alien abi hem bak senin adın Alien benim adım Ali bundan sonra senin ki Mustafa Alien olsun dedim, kabul etti. Zaten dünden razıydı. O da Mustafa Kemal Amca'yı çok severmiş. Hatta Mars'ta "Mustafa Kemal gibi yürekli olmak" diye de bir Çin atasözü bile varmış, ondan da bahsetti.
Muhabbet koyulaştı tabii. Derken içerden Ak Sakallı Dede çıka gelmez mi? Meğer Ak Sakallı Dede uzaylıymış. Ondan hiç beklemediğimiz yerlerde bir anda çıkıp özlü sözler söyleyip gidermiş. Ama abartacak da bişi yok sandığınız kadar uzun boylu değil. Hatta biraz tıfıl. Ayrıca sayısal sonucunu da bilmiyor. Ya da bana söylemedi !%&? Bak sakalından utanmayasıca...
Neyse sonra servisin otomatik kapı sesine uyandım. Gözümün teki açılmadığı için, tek gözle iyi günler dedim şöföre.
O da gülümseyerek Bugs Bunny'ye selam söyle dedi :-|

23 Haziran 2008 Pazartesi

Bir mahur gazel

Sokak aralarında koşuşan çocuklar...
Katarlar gibi sıra sıra park etmiş arabalar...
Ve her köşebaşından gelen bir ses...
Bu şehirde bir tek düzelik var.
Birileri böyle istiyor diye değil, eğriler(!) düzelsin diye kendiliğinden oluşmuş bir düzen bu.
Kendini bulmak pek bir zor bu düzende. Kendine ÖZü yaratmak.
Çünkü suyun yönü belli, değirmenin de keyfi yerinde.

Bu şehirde tuzaklar var.
İçine düşenleri farkına vardırmadan kaplayan tuzaklar...
Geceler karanlık, sabahlar serin bu şehirde...
Ve sahil kenarları hep dolu havası güzel günlerde.

Bu şehirde bir koşuşturmaca var.
Martılar motorlardan saçılan simitlerin, kediler anason kokulu sofralardan artan balıkların peşinde.
Sakla beni bulmasınlar
sabaha kadar diyecek, aşk dolu gönüller pek az sanki.

Bu sabah gördüm bir kız bu şehirde.
Kolunda çantası gidiyordu işine doğru.
Önceleri şehrin fertlerinden biriydi de bir anda küçük bir fark çarptı gözüme.
Biraz hızlı gidiyordu bu kız işine.
Kotunun dizlerine geçirmiş iki dizlik, ayaklarında patenler, gidiyor pek bir hızlı.

Dedim mavi yürekler var bu şehirde.
Şehrin tuzaklarına gülüp geçmiş, özgür kalmayı başarmış, umutlu yürekler.
Kendine öz olanı seven ve onunla yaşamayı tercih eden, tutkulu yürekler var.
Ellerin zoruyla yardan geçenlere inat,
Aşkın şarkısını okumuş, sevdalı yürekler...

20 Haziran 2008 Cuma

Deniz olunmalı oğlum


Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık,
dibinde mavi yosun,
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o,ne o...

Deniz olunmalı oğlum,bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla...


Nazım HİKMET

12 Haziran 2008 Perşembe

Benim de bir çift lafım var

Her haberde, her manşette o kız var. Başlık hep aynı "Humeyni'yi seviyorum, Atatürk'ü sevmiyorum".
Ardından da eklemişler "O kız ilticacı çıktı. 2 saatte Kanada vatandaşlığına alındı."
Üzerine söylenecek çok söz var aslında. Uzun uzadıya araştırıp, nokta atışlı sosyolojik analiz yapmak da mümkün. Belki de gerekli ama ben küçük bir matematik yapmak istiyorum, bir çift laf da ben söylemek istiyorum.
"Humeyni’yi seviyorum.
Atatürk’ü sevmiyorum.
Maraş’ta Fransız askerleri Nene Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş Savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman... Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı."

Demiş arkadaşımız(!).

Şimdi arkadaşım;
Nene Hatun'a sorsan Maraş'a hiç gittin mi? Der ki sana Erzurumdan dışarı hiç çıkmadım.
Neden mi? Çünkü Nene Hatun Erzurumlu da ondan.
"Sütçü İmam ilk ateşi açtı..." Sütçü İmam eline silah almasından tam 6 ay öncesinde gazeteci Hasan Tahsin ilk kurşunu İzmir'de sıkmıştı bile. O da aslında sembolik bir yaklaşımdır Kurtuluş Savaşı için. Çünkü ilk kurşun Trakya ve Ege dağlarında çoktan sıkılmıştır.
Ayrıca Maraş'taki mücadele Çakmakçı Said'in, "Gavur oğulları..." diyerek Fransız Lejyonerlerinin üzerine yürümesi ile başlamıştır. Elinde de sıkılı yumruğundan başka bir şey yoktur.

Arkadaşımız(!) bir de eklemiş, dönemin sosyolojik yapısını incelemiş ve demiş ki "...insanlar hep müslüman...".
Osmanlı topraklarındaki gayrimüslim sayısından pek bihaber sanırım. Kaynaklar açık ve net bir şekilde "ŞEHİT" listesini yazıyor ve aralarında Ermeni,Rum,Kürt ve hatta Yahudi bir çok vatandaşın olduğu görülüyor.
Ayrıca, o taptığın İngilizler'in bu savaşı başlattığından da habersiz olman ve "
Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı." şeklinde saçmalaman için ne desem az.
İngilizler geçmişte, Kuzey Amerika'dan Hindistan'a, günümüzde de Irak'a Afganistan'a kan ve ölümden başka hiçbir şey getirmemişlerdir.
Kurtuluş Savaşı'nda Ermenilerin elinde de Yunanların elinde de İngiliz silahları vardı.
Senin atalarının elinde ise Rus hibesi silahlar vardı. Çanakkale'de verdiğin 200 bin şehidin sebebi yine o çok sevdiğin İngilizlerdi.
Bilmem bilir misin?
Senin özgürlük anlayışın nasıl bunu bilemem ama bil ki bugün çıkıp televizyonlarda bu kadar kolay zırvalayabiliyorsan, Atatürk'ün kurduğu bu özgür ortam sayesinde.

"Atatürk'ün yetkiyi padişahtan alırken yani saraydan alırken laik bir Cumhuriyet kurmak için aldığını düşünmüyorum..."
Belli ki arkadaşımız(!) Nutuk'u hiç okumadığı gibi Vahdettin'in Atatürk ve arkadaşları hakkında ölüm kararını tüm yurda dağıttığından da habersiz. Ne yetkisinden bahsediyorsun?
"...Vahdettin gibi özgürlüğünü ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar bayağı bir yaratığın,bir dakika dahi olsa bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne üzücüdür..." (Nutuk).

Senin anlayamadığın, bu memlekette herkes doğduğunda (sözüm ona) milliyetçi,Atatürkçü ve müslüman doğuyor.
Bilinmiyor ki hepsi için de çok okumak çok araştırmak gerekiyor ki ne olduğunu iyi anlayasın.Durum böyle olunca herkes milliyetçiliği, Atatürkçülüğü ve müslümanlığı kullanıyor.
Demek ki neymiş benim armut arkadaşım(!), cehalet başa belaymış.

Padişah ilk sarığı çıkartın fes giyin dediğinde, millet ayaklanmış, şeyhülislam "Gavur giysisidir, olmaz." demiş ve sonuçta şeyhülislamın kellesi gitmiş ve herkes fes giymeye başlamıştır. Ama kimse dinden çıkmamıştır. Seneler sonra Atatürk, şapka giymeyi işaret ettiğinde, "fesi çıkartmak gavurluktur." denmiş ama erkek fesi de çıkartmıştır. Bu topraklarda erkeğin dini ile kafasına taktığı arasında bir ilişki olmadığını anlaması 500 yıl sürmüştür.
Kadın için de sanırım bu süreç işlemek zorunda...

"Velev ki siyasi simge, ne olur..." diye düşünüyorsan benim cahil arkadaşım(!).
Söyleyeyim sana ne olur;
Sen armut olursun, armutlara yazık olur...

9 Haziran 2008 Pazartesi

İşte böyle delicesine...

Bir gün yolda yürüyordum, durdum düşündüm.
Dedim ki;
Gördüklerime öfkelendim.

Duyduklarımla hayrete düştüm.
Yoruldum da vazgeçmedim, devindim durdum.
Kötü öksüz bir dünya bu dedim.
Akıp gittim bu dünyanın içinde, bazen hüzünlü ve kırık bazen de coşkulu ve yürekli bir yaşamda...
Söylemediklerime hep hayıflandım da söylediklerimle mi var oldum?
Kentler, köprüler, uzayıp giden yollar...

Hepsini gördüm ve hepsi de benim hayatımı gördü.
Daha sanatçı ruhluydu hayatım ama siyasetten de hiç kopamadım.
Hep dedim "siyaset çok çirkin bir şey,değiştiriyor insanı...". Dedim de, büyük balığın küçüğü yutmasına da susup bakamadım.
Bizden kopup bize akan çorak ilde seller bizimdi. Yanıp gitmişti gökte mavi. Yere yağan küller bizimdi.
O yangın yerinde yürüdüm bir damla da ben olurumu umdum.


Deniz kokusunu aldığımda fark ettim Maviyi.
Şair İstanbul'u gözü kapalı dinlemişti ya hani ben o kadar duygusal olamadım. Açtım gözümü yumdum sözümü baktım durdum.
Çok güzel arkadaşlarım oldu, çok kötüleri olduğu kadar.
Alemlere gittim ama yine dilim sivri kaldı, rakı, roka kar etmedi.
En çok da kuşlara özendim. Bu kadar kutsanmış varlıklar olmalarını hep hayretle karşıladım.
Düşündüm uzak diyarları.
Görmediklerimi ve bilmediklerimi...
Doğdukları yerde ölenleri...
Ufka baktığımda biliyordum yalnız değildim. Onlar da bana bakıyordu diğer taraftan.
El salladım, hiç tanışmadığım ve belki de hiç tanışmayacağım dostlarıma.
Dostoyevski söylemişti, "Dünyayı güzellik kurtaracak..." demişti Budala romanında.
Anlatamadım güzelliğin içimizde olduğunu. Belki de ben yeteri kadar anlayamadım.
Çok uzaklardan geçen gemilere daldım. Hep merak ettim gelirler de bir yerden, giderler nereye?

Rüzgar hep önemliydi benim için. Uçurtmayı uçuran oydu, yelkenleri doldurduğu kadar.
Şarkılara sığınırdım yaprakların döküldüğü zamanlarda.
Anlaşılmayı bekledim, anlamaya çabaladığım kadar.
Güldüm...
Evet çok güldüm.
Ağız dolusu güldüğümü hatırlıyorum çok defa.
Türküler söylediğim zamanlar sanki biraz geride mi kaldı ne?
Ha bi de bulutların kimi zaman bana gülümsediğini hatırlıyorum.
Konuşan ağaçları ve şakalaşan yıldızları...
Ay hep huzur doluydu, onu hiç sinirli görmedim.
Akan sular susmayan ozanlar gibiydiler, gelirdi sesleri kulağıma, dağdan ovaya.
Sarp kayalar vardı, bilge edasıyla oturur göğü izlerlerdi.
Hınzır bir çocuktum kimi zaman, bilirim.
O günler gitti gider diye düşündüğüm çoktur, neye yarar hayal kurmak o yıllar gitti gider dediğim.
Bunları derim de gelecek günleri de iple çekerim.
63 yaşıma girdiğim gün 'Üstad sanki biraz yaşlandın mı ne?' diyeceğime söz verdim kendime.
Bu sözümü hatırlarsam da '63 oldun ama bak zehir gibisin, hala sözlerini hatırlıyorsun, seni seni ;)' diyeceğim ama.
Kar altında deniz düşü işte benimkisi. Kıranlara selam olsun.
Bu kadar kısa sürede bu kadar çok şeyi nasıl düşündüğümü de düşündüm.
Aslında beklediğim minibüs önümden geçip gitmese, düşünmeye de devam edecektim sanırım :)

Dedim kendime '
İşte böyle delicesine, onurlu bir şey yaşamak...'