17 Aralık 2007 Pazartesi

Mavinin Sesi: İnti-illimani


Çocukluk yıllarımda dinlemeye başladığım ve hala zevkle dinlediğim bir grup inti-illimani.
1967 yılında Şili'de kurulan ve o yıldan günümüze bir çok albümle;
toprağa, rüzgara, ağaçlara ve tüm doğaya ve insanlığa ses veren bir grup...
Şili'den yükselen mücadele ruhunun sesi.
Sadece doğa için yaşama bilincinin, direnişe; direnişin de notalara dökülmüş hali.
Tarihi, göğün ve yerin değerleriyle, "hümanist" değerlerle yargılıyorlar,
tarihi kanla yazanlara inat.
Toprak diyorlar,toprak...
toprağın sahibi olmaz...
toprak bize sahiptir,
biz toprağın fertleriyiz ve ona saygı duymalıyız diyorlar...
Latin Amerika'nın asi çocuğu Emiliano Zapata'nın başlattığı ve Zapatistler tarafından devam ettirilen yaşam mücadelesine atıfta bulunuyorlar.
Bu güzel insanların tüm tınıları doğadan geliyor ve ruhunuza huzur katıyor.
Özgür yürekleri coşturuyor.Mavinin sesi oluyor...

Bende şöyle güzel bir de anısı vardır inti-illimani'nin;
Bir gün öğrenciyken, amerikada çalıştığım otelden kaldığım yurt vari odama dönüyordum ve koridorda yurtları temizleyen, kızılderili görünümlü 40-45 yaşlarında olan meksikalı çalışanı gördüm. Kendisini tanımıyordum ama kendisiyle hergün aynı saatte karşılaşıyor ve gülümseyerek selamlaşıyordum.
Çünkü, birçok meksikalı arkadaşımdan tecrübe ettiğim üzere meksikalılar güler yüzlü ve insancıl kişilerdi. Hatta içlerinde bulundukları her türlü hayat zorluğuna rağmen babaannem yaşında kadınların voleybol oynarken, ağız dolu kahkahalar atarak yerlerde yuvarlanmalarından, 'hayattan zevk almayı bilen ırk' olarak nitelendirmiştim bile kendilerini.
Neyse,senor a (bay) yaklaşarak 'hola, coma estas' (Merhaba, nasılsınız) dedim.
Gülümseyerek ve kafasını aşağı yukarı sallayarak 'Bien, bien' (iyi) dedi.
Ardından ellerini açıp, fayansları göstererek 'mucho trabajo
, poko moneda' (çok iş, az para) diye ekledi.
Ben de onaylar şekilde kafamı salladım ve inti-illimani'nin bi şarkısından hatırladığım sözler aklıma geldi.
Yarı ingilizce yarı ispanyolca 'Yes,you are right, but el pueblo unido jamas sera vencido' (Haklısın ama örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez) dedim. Meksikalı önce gözlerini kısarak bozuk ispanyolcamı anlamaya çalıştı. Bir iki saniye duraksadıktan sonra demek istediğimi anladı.Kocaman gülerek ve kafasını -sonuna kadar onayladığını göstermek için- yerden göğe sallayarak dediğimi tekrarladı '
el pueblo unido jamas sera vencido'...
O günden sonra meksikalı dost beni her gördüğünde gülümseyerek bu sözü söyledi.
İşte, karınlarına günde tek öğün yemek giren ailelerinden kopup, çalışmak için amerikaya giden ve aylarca evlerinden uzak kalan bu toprak yürekli meksikalılarla, küçük burjivazi olan beni birleştiren bir duygu vardı; Inti-illimani'nin şarkıları ile paylaştığımız duyguları ve sözleri...
ÖRGÜTLÜ BİR HALKI HİÇBİR KUVVET YENEMEZ...

5 Aralık 2007 Çarşamba

Gökteki Deniz...

Dün akşam başladı yağmur istanbulda...
Ve bu sabah hala devam etmekte.

Hep merak etmişimdir, yere inince derya deniz olan bu yağmur gökteyken de kuşlara deniz midir diye.

Böyle havalarda, istanbulun kargaşası iyiden iyiye artar, iyice kendini bırakır şehir karmaşaya.İnsanlar koşuşturur etrafta,arabalar savurur sularını...Kimse çevresinde olanlara dikkat kesilmez.Islanmadan, en kısa yoldan gidilecek yere varmaya odaklanır gözler.Korkar yürekler ıslanmaktan.Düşlerle, düşünceler birbirinden keskin çizgilerle ayrılmaya başlar...İnsan sesleri azalırken doğanın sesi hiç olmadığı kadar artar böyle günlerde.Tabii vapurlar gürlemesini eksik etmez yağmur yağsa da.Hatta yağmurda daha acı bağırırlar çalkalanan denizde, bıraksalar yarıp denizin içine uykuya yatarlar...

İşte böyle günlerde dalga geçme sırası doğanındır. İndirir gökteki denizi insanların kafasına ve karmaşayı başlatır. Onlar, şehirde ve düşüncelerinde oradan oraya koşuştururken, ağız dolusu gülücükler atma sırası ağaçlara gelir...Zamanında yanından geçerken farkına bile varılmayan ağaçların... Ağaçlar, yağmurla yıkanırken, karmaşaya gülseler de insanlar gibi acımasızlık yapmazlar ve alırlar onları gölgelerine. Bir anda bekleme salonu haline geliverirler.
Zaman kavramı değişir ve daha yerel bir hal alır istanbulun yağmurunda.
Vapurlar hep tam iskeleye gelindiğinde kalkar ve kaçırılır,otobüsler ise her zamankinden geç ve daha geç gelirler...
Martılar köşelerine çekilir, umarsız gözlerle izlerler istanbulu.

Ama istanbulun yağmuru düşündürür geçmişi evdekilere. Camdan yağmuru izleyip geçmişe dalar insan. Dalar ve kaybolur yitiklerin arasında.Koparılan parçalarını düşünür, düşünür de çıkamaz içinden.

Bana gelince...
Değmeyin bana böyle günlerde,göğsümde bin yara var.
Yedi tepeli kent gibi olurum kafamda sarhoşluklar...
Açıktan geçsin sandalcı, çeksin öte yana küreğini.
Kulaklarına sahip ol sevdiğim, çizmesin şarkım yüreğini.

Yakınlar uzak olur, uzaklar ulaşılmaz...
Her aşk biraz eksik kalır, her tamam biraz yarı...
istanbulun yağmuru??? püfff tam inatçı bi kocakarı...