10 Aralık 2010 Cuma

ASKERLİK v.2

GEÇİCİ OLARAK KAPALIYIZ

ne seattle, ne genova, ne latin amerika'da
ne hindistan'da bir arayışta

özgürlük içinde özgürlük kafanda özgürlük
özgürlük sen nerdeysen orada

ne sokakta, ne meydanda, ne kampüste, ne yolda
ne mahpusta, ne torna tezgahında

özgürlük içinde özgürlük kafanda özgürlük
özgürlük sen nerdeysen orada

hem seattle, hem genova, hem latin amerika'da
hem hindistan'da bir arayışta

özgürlük elinde özgürlük seninle özgürlük
özgürlük sen ordaysan orada

hem sokakta, hem meydanda, hem kampüste, hem yolda
hem mahpusta, hem torna tezgahında

özgürlük elinde özgürlük seninle özgürlük
özgürlük sen ordaysan orada

yersen...

ASKERLİK

Adı ve Soyadı ALİ DEMİRAL
Kuvveti Jandarma Genel Komutanlığı
Sınıfı Jandarma
Statüsü Kısa Dönem Er
Branşı -
Gideceği Sınıf Okulu /
Eğitim Merkezi
SERİNYOL 121'İNCİ J. EĞT. A. K.LIĞI
SERİNYOL HATAY

Ali gider askere gel pisi pisi teskere hadi bakalım hayırlısı :)

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir damla gözyaşıdır o artık: Haydarpaşa

bu yanan benim ciğerimdir dostum...
senin ise her şeyin;
tarihindir bu yanan...
geleceğin,
geçmişin
ve bugünündür...
namusundur...
sade bir çatı değil,
tanrıya olan inancındır bu yanan.
yarin yanağına kondurduğun öpücüğündür dostum...
seni sen yapandır...
ve her şeyden önemlisi; bu yanan bizim onurumuzdur.
aç bir canavar gibi her bulduğuna saldıran bu düzenin ve onun kuklalarının bir oyunudur.
ve dostum bu kahpe düzen öyledir ki;
biz alev alev yanarken ve tanrı çaresizlik içerisinde göz yaşlarını içine akıtırken,
o, ağız dolusu salyalarını saçarak, avuçlarını sıvazlamaktadır.


“istanbul’u manhattan yapacak haydarpaşa projesi için geri sayım başladı. marmaray’ın devreye girmesiyle atıl hale gelecek tarihi haydarpaşa garı’nın da bulunduğu 1 milyon 300 bin metrekarelik alanı dönüştürecek 5 milyar dolarlık proje 2010 yılında ihaleye çıkacak. kurum ve kuruluşların görüşlerinin alındığı haydarpaşa gar ve liman dönüşüm projesi’nde gerekli koruma kurulları izinleri alındı. projeyle ilgili imar planları önümüzdeki günlerde istanbul büyükşehir belediye meclisi’nin gündemine gelecek. imar planlarındaki değişikliklerin belediye meclisi’nde onaylanmasının ardından ihaleyle ilgili süreç başlayacak. gelecek yıl ihalesinin tamamlanması planlanan proje yap-işlet-devret (yid) modeli ile gerçekleştirilecek.
ihale yöntemi için tcdd genel müdürlüğü 2 ayrı alternatif hazırladı. birinci alternatif, bir konsept proje hazırlanması ve bunun üzerinde ihaleye çıkılması. ikinci alternatif ise taliplilerin kendi projeleriyle ihaleye katılması olacak. her iki durumda da ihaleye girecekler, projeyi gerçekleştirdikten sonra 49 yıl işletme yapacaklar. projenin tahmini bedeli 5 milyar dolar olarak belirlendi.” (22 kasım 2009 Hamdi Ateş'in köşe yazısından)

27 Kasım 2010 Cumartesi

Şimdi Yolculuk Zamanı

Bir yolculuğa çıktım, bir başkasından önce...
Evler küçüldü tayyare uçuşunda
ve ışıklar aktı hayatımdan, bir trenin koşuşunda.
Geçip gittim şehirlerin hayatından, yaşanmamışlıklar bırakarak ardım sıra...
...
Engin bir deniz olmaktı hayattaki amacım
ve bir okyanusa varıp derinliğinde huzurla kaybolmak...
O deniz olmak için çıktım bu yolculuğa.
O denizdeki sade bir damla olacaktı bu yol...
Şimdi bir yenisi var karşımda: askerlik.
Eminim büyük bir damla olacak hayat akışımda.

Bir gün o deniz olabilir miyim? Onu bilemiyorum.
Ama o mavi ruhuyla bir okyanusla karşılaşacağıma eminim.
O zaman ruhum karışacak ruhuna,
hayatta biriktirdiğim tüm damlalarıyla...

"Ne kadınlar sevdim zaten yoktular

Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir

Azıcık okşasam sanki çocuktular

Bir baksam korkudan gözleri sislenir.

...

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular

Böyle bir sevmek görülmemiştir."

21 Ekim 2010 Perşembe

Dünün Sözü, Bugünün Özü III...

"Don't walk behind me; I may not lead. Don't walk in front of me; I may not follow. Just walk beside me and be MY FRIEND."

Albert Camus


Erem üstada selam ederim...

15 Ekim 2010 Cuma

Venceremos


yırtıyor fırtına sessizliği
ufuktan bir güneş doğuyor
gecekondulardan geliyor halk
tüm Şili türküler söylüyor

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.

Şili'de halk bugün savaşıyor
cesaret ve halkın gücüyle.
kahrolsun halkın katili cunta
yaşasın "unitad popular"!

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.

geçmişe ağlamak fayda vermez,
gelecek, mutlak sosyalizmin,
yarını bugünden kuracaksın
o senin tarihin olacak.

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos!

Yerin 700 metre altından, 69 gün sonra güneşe kavuşan 33 madenciye selam olsun...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Profesyonel...



Dün İstanbul Devlet Tiyatrosunun 'Profesyonel' adlı oyunundaydık.
Senin sayende...
Uzun zamandır gitmeyi ihmal ettiğim tiyatroya olan aşkımı tekrardan kabarttın.
"Sizinkiler" ve "Bizimkiler" arasında salınan Profesyonellerle...



Aşk olsun sana dost.
Ve minnet olsun...
Ama unutma ki;
"Bu adam bir polis...
Bu adam bir postacı olamaz.
Eğer bir postacı olsaydı, şu kara köpek onu çoktan ısırmıştı.
Çünkü postacıların kaderidir ısırılmak..."

Teşekkürler Nihal, iyi ki varsın.


“Gündüze özgü aydınlıktan bahseden bütün selamlaşmaları kaldıralım. Gün ortasında bile gece selamı verelim. Aydınlığa kavuşana kadar da böyle davranmakla yetinelim...”

Duşan Kovaçevic

29 Ağustos 2010 Pazar

Hayattan Bir Kesit

Okuldaki sıkıcı günlerini arada bir yaptığı sinema, tiyatro kaçamaklarıyla heyecanlı hale getiriyordu.
Bir gün okuldan kaçıp Kız Mualim Mektebi'nin münaseresine gitti. Başında örtüsüyle bir kadın kılığnda girdiği saolnda, bir arkadaşının kendisini ispiyonlaması sonucu yakalandı.
Okul müdürünün kovulacağını söylemesiyle hayatının bittiğini düşünüyordu.
En yakın arkadaşına bir mektup bıraktı. Naci adlı arkadaşı, daha sonra açılması için bırakılan mektubu, onunun beline sardığı ipten şüphelenerek, o odadan çıka çıkmaz açtı.
"Kardeşim Naci
Beni kovacaklar mektepten
Ya kovsalardı seni
Ne yapardın sen acep?

İşte ben karar verdim
Bu gece öleceğim
Üzülme sen çünkü
Göklerde gezeceğim."

Bu dizeleri okuyan Naci, onun da tıpkı ikide bir intihar etmeye kalkışan annesi Hüsniye Hanım'a benzediği endişesiyle nöbetçi öğretmene haber verdi.
Onu bahçedeki bir çam ağacının dibinde oyalanırken buldular.
Hemen ertesi gün affedildi, sevinçle günlüğüne olanları yazacaktı Sabahattin Ali;
"Blöf yapmıştım!"

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Yalın ayak...

Hani o dört nala gelip uzak Asyadan,
bir kısrak başı gibi Akdenize uzanan şu memleket var ya
bıraksalar oturur ucuna sallarım ayaklarımı Egeye,
yasak düşüncelerimle...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Her şey bir köfteyle başladı

Her şey gecenin 11 inde TV izlerken, filmdeki adamın köfte yediğini görmemle başladı.
Obez bir insan değilimdir ama canım birden şöyle baharatlı cız bız bir köfte çekti.
Dedim yapayım kendime bir kıyak...
Atladım arabaya Ortaköye indim. Hava da yağıyordu ama olsundu.
Ne de olsa her zaman böyle köftesemiyodum.
Ortaköy'e geldiğimde, daha önce orada olduğunu hiç farketmediğim ve tam Ortaköy'ün göbeğinde yer alan köfteciyi gördüm.
Hemen bir ispark yapıp attım kendimi köfteciye.
"Üstad sen bana yarım normal yarım kaşarlı getir, yanına da ayran..."
Beş dakika sonra önümdeydi köfteler.
Köfte aşerdiğim için mi bilemiyorum ama lezzeti çok güzel geldi.
Üç dakikada hüplettim hepsini. Ardından şöyle bir Ortaköy sahili yaptıktan sonra arabaya doğru dönüşe geçtim.
Yol üstündeki bankamatikten de para çekiyordum ki bir anda o yanımda beliriverdi.
Bankamatik parayı kusmuş, kartı da geri vermek üzere hazırlanıyordu.
Karanlığın içinden bir anda belirip sol omzumdan doğru yaklaşan
ona, gözlerimi kısarak baktım.
Kıssss.
On santim daha yaklaşırsa karate kit vuruşumu yapacaktım ki konuşmaya başladı.
"Eaauubi kusura bakma ama bi şey riceaauu edecektim acaba...?"
Ben bir yandan para kusmuklarını cüzdana yerleştirmeye diğer yandan da kartı bankamatikten almaya çalışıyordum.
Dedim " buyur rica et bakalım yapabilecek miyim?"
"Auubooeyy bozuk para şeedersen çok makrube geçer"
Dedim "Bozukluk yok. Ben de param bitti diye çekiyorum bak."
"O zaman bir bira alıverirsen..."
O an köftesememin bir sebebi olmalı diye geçirdim içimden.
Şu dayıya bir bira çakayım ne de olsa hayattaki en güzel şeyler bedavadır.
"E alayım bakalım, ama açsan bir yarım ekmek köfte alayım daha iyi olur. İçmişsin zaten yeteri kadar."
"Yoğğ aubiiyyy bugün çok acayip olaylar oldueeaağğğ. ondan içmem gereğ..."
"E peki.."
"Senin adın ne aubiyye"
"Süpermen...Süpermen sahnede kullandığım karakterin adı, adım samet zira.."
"Süpermennnn. Ben de Hakan"
Derken tekele girdik Elemana; "Arkadaşa benden bir bira ver" dedim.
Hakan ekledi "Bir ekistıra olsun lütfen"
"Ulen ekstradan da aşağısını içmiyorsun" dedim ve gülümsedim.
Çıktık tekelden. "Hadi bakalım Hakan kendine iyi bak"
"Süpermen seni çok sevdim. Sen süper bi adamsın."
"Eyvallah Hakan bir teşekkürün yeterli olu.r"
"Teşenk kürler süpırmen. Bak ben ordaköy gültür merkezinkin orda oluyorum işin düşerse ordayım süpermeeeennn"
"Tamam Hakan afiyet olsun, hadi iyi akşamlar..."
Dedim ve arabaya doğru gülerek uçmaya baladım.
Sonra hazır Ortaköy'e gelmişken sahilden Bebek, oradan Hisarüstü yaptım.
Bu sırada çiselemekte olan yağmur, bir anda sapıtıyordu ve ben arabanın camını kapatana kadar suratımı sırıl sıklam yapıyordu.
Baktım saat de epey olmuş. Çay içecek bir yerler bakınırken bir anda bir kedi arabanın önüne fırlayı vermez mi? Verir...
Bir fren...
Bir sağ...
Bir sol...
Bir ABS...
Bir dikiz aynası...
Neyseki arkadan gelen biri yok da kedicik de arka tampon da sağlıklı durumda.
Şu an kedinin suratı gözümün önüne geldi de. :)
Kedi resmen korktu yahu...
Diyorum bu kedinin bu gece korkması gerekiyormuş demek ki.
Bu sebepten köftesemişim galiba ben...
...
Yağmurda çay içecek bir yer bulamayınca eve dönmeye karar verdim.
Arabayı park edip eve doğru yürüyordum ki; çılgın profesör görünümlü;
beyaz saçları sağdan soldan havalanmış ama tepesi kel olan, ellerinde poşetlerle bir adam bana doğru yaklaştı.
Ben tam iyi akşamlar diyecekken; Düzgün bir Türkçe ve ilginç bir ses tonuyla, "İyi akşamlar efendim, saatiniz dakik midir acaba?" diye sordu.
"Saat tam bir"
"Aman tanrım gerçekten de çok dakikmiş saatiniz"
Sırıtan surat (Ben)
"İyi akşamlar"
"İyi akşamlar efendim"
Diyorum acaba köftesememin sebebi gecenin tam birinde çılgın bir profesöre saatin tam bir olduğunu söylemek için miydi?
...
Neyse eve giriyordum nihayetinde.
Üstümü değiştirdikten sonra bir bardak su almak için mutfağa giriyordum ki onu gördüm.
Dona kaldım...
Aman tanrım senin ne işin var burada diye içimden geçirdim.
Uzun zamandır evde üç kişi kalıyorduk.
Ben, ablam ve o; Fatma.
Evet Fatma...
Kimsenin kimseye zararı yoktu.
Herkes kendi halinde takılıyor, kimse birbirini rahatsız etmiyordu evde.
Ama ben, evet ben onu mutfakta görünce dayanamadım.
Çok kızdım.
Çünkü aramızda gizli bir anlaşma vardı.
Fatma bize görünmeyecek ve bizi rahatsız etmeyecekti.
Biz de onu.
Amerikadan ithal ettiğimiz kazan kazan formulünü uygulamakta kararlıydık.
Ama öyle olmadı.
İşler beklediğimiz gibi gitmedi.
Ben bir anda karşımda görünce onu, çok kızdım.
Terliği kaptığım gibi indirdim kafasına.
Sonra bir daha, bir daha ve bir daha...
G.tü bir yana başı bir yana dağıldı.
Toprak City'e ekspres gidişti bu.
Evet itiraf ediyorum.
Fatma'yı, bizim Kara Fatma'yı ben öldürdüm.
Ve o an anladım ki o gece köftesememin tek sebebi, Fatma'nın eve kimsenin dönmeyeceği, evin tüm gece ona kaldığı yanılgısına kapılması içindi.
Ama öyle olmadı.
Bir köfte bin Fatma'dan üstündü...


NOT: Google'a "Süpermen sahnede kullandığım karakterin adı" yaz bak bakalım
ilk sırada kim çıkıyor ;)

5 Temmuz 2010 Pazartesi

İnsan

"İnsan kendini yalnızca insanda tanır" Goethe.

Bu sebepten buradayız...

21 Haziran 2010 Pazartesi

İlhan Selçuk 85 yaşında İstanbul'da hayata veda etti.

Bir üstad şöyle demişti; "Sevdiğin futbolcuların senden daha genç olduklarını gördüğün zaman, yaşlanmaya başlamışsındır."

Sanırım bunun gibi bir şey;
Sevdiğin ve saygı duyduğun köşe yazarlarının hayata veda edişlerini görmek...

50 yıl boyunca Cumhuriyet gazetesindeki “Pencere” sinden bakmıştı bu Dünyaya.
Ve farklı bir "Pencere" açmıştı yüreklerimize, akıllarımıza...

Geçireceği kalp ameliyatı öncesi kara mizahı bırakmamıştı elinden, şöyle demişti İlhan usta"...nalları havaya dikersem, darılmaca yok. Olur böyle şeyler..."

Şimdi veda vakti.
Biliyorum, geride bıraktığı güzel yurdu bu haldeyken,
rahat uyumak zordur ama...
Sen rahat uyu İlhan usta,
açtığın "Pencere" hiç kapanmayacak...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Küçük Kara Balık...

23 Nisanda, Çeşme'de dalış vardı.
Küçük kara balıkları ziyaret...
Ahtapotun insan olduğu, bizim ise uzaylı olduğumuz yere gittim.
Denizin dibine...
Yetişmek için menzile, çaldım aklıma bir türkü, derinlerde...

24 Mart 2010 Çarşamba

Dünün Sözü, Bugünün Özü II...

"Daha ileriyi görebildiysem, bunu omuzlarından baktığım devlere borçluyum"
demişti Issac Newton.
Omuzlarından baktığı devler ise Galileo Galilei ve Johannes Kepler'di.

Bilimin ve sanatın en güzel tanımıdır bence bu.
Hiçbir şey ve hiçbir kimse doğada var olmayan bir şeyi yaratmamaktadır.
Her zaman doğanın unsurları keşfedilerek biraraya getirilmektedir.
Bilimde ve sanatta ilerleme ise, hep öncekinden esinlenme ve onun üzerine gitme ile sağlanmıştır.
Bu sebepten geçmişi bilmek aslında geleceğe bakmaktır...

22 Mart 2010 Pazartesi

Uludağ'da...

Uğultulu ve parlak bir gökyüzüydü gördüğüm.
Soğuk bir nefesti içime çektiğim.

Güzel bir haftasonuydu Uludağ'da...

"Snowboard" yaptım.
Kaydım kaydım...
Düştüm kalktım sonra yine kaydım.
Yine düştüm, kalktım yine kaydım.
Bir yere bir göğe baktım.
Zamana tutsak olmadan yaşadığımı hissettim.

Bir akarsu gibi kıvrıla kıvrıla ve bir yaprak gibi süzüle süzüle;
Özgürce kaydım dağdan aşağıya.
Başımın üstünde masmavi göyüzü,

ayaklarımın altında ise bembeyaz kar vardı.
Geriye; dizimdeki morluklar
ve aklıma kazınan o müthiş manzara kaldı...

18 Mart 2010 Perşembe

Çanakkale...

Seddülbahir,
Kabatepe,
Conkbayırı,
Bolayır,
Kumkale,
Anafartalar ve diğerleri...


Bu bir destan.
Büyük bir destan.
Akıl alır gibi değil...
Yürek parçalayan bir destan.
İçimi ürperten bir destan.

Nedir asker olmak?
Nedir savaşmak?
Nedir ölmek ve öldürmek?

Anlamak zor şüphesiz...

Ancak eğer ki kanın kendi toprağına düşüyorsa;
Kutsaldır elbet...

"Savaş zorunlu ve hayati olmalı. Millet hayatı tehlikede olmadıkça, savaş bir cinayettir."
M.K. ATATÜRK

Savaş onlar için zorunluydu.
Yurdun dört bir yanından gelmişlerdi ve;
Yaşamış sayılmazlardı zaten, vatanları için ölmesini bilmeselerdi.

10 Mart 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 6 - The End

2010 Vancouver Kış Olimpiyatları sona erdi.

Bu güzel maceradan aklımda kalanlar, kısa kısa;
- Whistler dağında snowboard
- 12 saatlik uykusuz nöbet tutmalar
- DJ Brunata Duo ve eğlenceli kız arkadaşı Şeniz Benn ;)
- Ricardo the Sau Paolo friend
- Her bar girişinde bir kuyruk
- "Skytrain", "Downtown", "Granville"
- Son gün toplu takım fotoğrafı
- "Capilano Brige" Buranın enteresan da bir öyküsü var aslında.
Unutmamak için buraya not düşeyim...
İnce, uzun, asma bir köprü bu.
Şu şekilde;









Burayı ziyaret etmek isteyenler için girişte bir bilet tarifesi var.
25$ ancak bizim gibi 'Olimpiyat Görevlisi' iseniz yaşadınız.
Büyük indirim var ve bilet size tam 23$ oluyor.
Fakat girişte 3 kişiyseniz ve 3ünüzün de üstünde aynı kıyafetler varsa.
Ve arkadaşlarınızdan biri fırlamalık yapıp kapı görevlisi kız ile şu diyaloğu yaşarsa;
Justin: Ama biz atletiz...
Görevli: Yaa, hangi sporu yapıyorsunuz?
Justin: Snowboardçuyuz biz. Çok iyi olmasak da...
Görevli: Aaa o zaman size bedava. Buyrun biletleriniz.
Bu sırada ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum ve kızın uzattığım parayı geri vererek elime tutuşturduğu, üzerinde "Free for Athletes 0$" yazan bilete bakıyordum.
E insaf. Snowboard yapmaya başlayalı 1 hafta olmuşken, snowbarodçu bir atlet bile olmuştum.
Ben: Justin, biz hangi ülkenin sporcularıyız peki?
Justin: !?/?%*\
Ben: Ben de öyle düşünmüştüm. Biri siyah, biri sarımtırak, biri beyazımtırak saçlı (Ulen Michal yarı kel be), ortak dil olarak ingilizce konuşan 3 snowboardcu atlet, üstelik pek iyi de değiller (TV de bizi görmemiş olması normal bişi olsun diye mi bu kısım???)...
Afferim Justin hayal gücüne hayran kaldım.
Justin: :D

- Ve son günün akşamı, Stanley Park'ta bulunan, Dünyanın en iyi 10 akvaryumundan biri kabul edilen Vancouver Aquarium'da sadece Atos çalışanlarına özel kapanış partisi.
Biranı yudumlarken arkadaki camekandan beyaz balina geçmesi de ayrı bir enteresan... :)

Ve bu maceranın en güzel yanlarından biri, eve dönüş...
Ne de olsa her yolculuğun bir amacı da evin kokusunu özlemek değil mi?

24 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 5

Vancouver ile Istanbul arasindaki farklar;

1- Vancouver' da her sey buyuk; yollar, arabalar, porsiyonlar ve porsiyona odenen paralar... Turkiye de bu kadar buyuk yol ancak Kizilay'da goruruz. Bu buyuklukte arabalarimiz olsa trafik sorunu kalmaz. Cunku hickimse trafikte ilerleyemez. Bizim zenginlerin bindigi cipler oyuncak araba kalir bunlarin arabalari yaninda. Hatta Kanadalilar arabaya degil kamyona biniyor desem yeridir. Porsiyonlar ise bizim 3 ogunde yedigimiz kadar. Hani bira icerken ortaya patates isteriz sonra biter sonra bir daha isteriz ve sonra bir daha... burda ortaya patatesi istiyorsun, o mekana sonraki 3 gelisin boyunca patatesi yemeye devam edebiliyorsun. O derece buyuk yani. 'that big. big big.' tabii hesap da buyuk geliyor. Bir de TL/CAD kur farkini kattigimiz vakit. Bir tur halay cekilir hesabin ustune...

2- Vancouver'in polisleri yabanci oldugunuzu fark edince kibarca gelip 'yardim istiyor musunuz?' diye soruyorlar. Istanbul'da ise yabanciyi goren polis genelde 'len suna iki adu ket cakayim, celme takip burnundan biber gazi vereyim de gorsun.... bidi bidi bidi...' seklinde dusunuyor. (Genel gecer dusunceleri bu yonde oldugu icin aslinda pek de yabancilarla alakali bir durum degil.)

3- Vancouver'da insanlarin elleri genellikle cirkin ve bakimsiz. Bizim memlekette daha guzel ve karakteristik eller var kanimca. Yine de el ogluna laf atmayalim :)

4- Toplu tasima icin bu arkadaslar "Sky Train" diye bir sey icat etmisler yillar once. Hala da bunu kullaniyorlar. Mesela Vancouver sehrinin bir ucundan diger ucuna gitmek en fazla 1 saat suruyor. O da cok fazla insan duraklarda inip bindigi icin. Ayrica yuksekte kurulan platformun ustunde ilerleyen bu trenlerin bir soforu de yok. Otomatik ilerliyor. Hani bizim "Metrobus" var ya. Normalde o otobuslerin de kendiliginden gitmesi gerekiyor ya. Neyse gectik biz o masali. Bizim metrobuste; 500 kisiyle birlikte kapiya saldiranlar arasinda kendine yer bulursan biniyosun. Haa bi de hangi duraga geldigini ancak 10 kisinin omzunun ustunden duraktaki yaziya bakarak anlayabilirsin. Yoksa bizde oyle durak haritasini araca koymak ne bileyim gelinen duragin otomatik olarak anons edilmesi gibi seyler lukse girer. Ayrica haramdir, fazla luks oldugu icin.
Ozetle Istanbullu hak ettigi tasimaciligi yasiyor.

6- Vancouverlular oldukca sicak insanlar. Kolayca diyalog kurup tanisabiliyorsunuz insanlarla. Ustunuzdeki ceketi begendiklerinde mesela, cekinmeden yaniniza gelip nereden aldiginizi sorabiliyorlar. Sonra da muhabbeti koyup gidiyorlar. Bagirani, cagirani, cildirani cok ama kimsenin birbirine bir laf attigi,karistigi yok. Ha bir de burda 70 milletten insan var. En cok da Koreli ve Cinliler var. Genel olarak guler yuzlu insanlar. Bosuna Kanada'nin Izmir'i dememisler :)
Istanbul insani ise biraz soguk, biraz yoz. Surati asiktir bizimkilerin genelde. Sehrin yorgunlugu suratlara yansimistir. Bir bezginlik vardir insanlarin suratlarinda. Bazen bir sey sorarsiniz, sordugunuza pisman olursunuz. Hele ki trafikte kimsenin birbirine tahamulu yoktur bizde.

7- Vancouver' da yaya gecidine daha gelmeden tum araclar durur. Ola ki biri yanlislikla yaya gecidine girdiyse hemen geriye alip aracini ozur diler. Bizde ise yayalar yokmus gibi davranilir. Bazen de bizzat yaya arkadasin ustune surulup urkutulur. Severiz biz aracimizla artislik taslamayi...

8- Vancouverlular oyledir, Istanbullular boyle...

9- Vancouver'daki koprulerin ustunde yurunebilir. Istanbul'un koprulerinde ancak avrasya maratonunda yurunur/kosulur vs...

10- Vancouver'da herhangi bir yerde kuyruk vardir. Alis veris magazalarinin girisinde, kafelerin girisinde, clublarin girislerinde vs. Mutemadiyen kuyrukta beklersiniz bir mekana girebilmek icin. Cunku yasalari geregi her mekanin alabilecegi en fazla kisi sayisi vardir. Bu sayinin asilmasi yangin,deprem vs gibi afetler gerekcesi ile yasaktir. Biz de ise kuyruk yoktur, olamaz da. Musteri veli nimettir. 40 kisilik mekanda 80 kisi olsa bile 81. kisi icin illa ki yer acilir. Bunun en guzel ornegi dolmuslarimizda yasanir. Bizim dolmuslarimiz asla dolmaz. Milletin surati cama yapissa dahi hala iceride bir kisiyi daha alacak yer vardir. Mekan sikintimiz yoktur yani.

11- Vancouver'da yagmur yagar da yagar. Istanbul'da yagmur yagar, sonra gunze acar, sonra kar yagar, sonra yine yagmur yagar. Istanbul'a guven olmaz. Vancouver ise bellidir. Yagisli...
12- 13 ten once gelen farktir ki muhimdir.

13- Aslinda tum bu genellemeler tartisilabilir. Ya ne sanmistin ki...?

14- Gun olur alir basimi giderim, denizden yeni cikmis aglarin kokusunda...

Anlayacaginiz dostlar biz insanlar;
Hepimiz farkliyiz, iste bu yuzden hepimiz ayniyiz...

17 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 4

Kirmizi...
Alabildigine kirmizi...
Ve Siyah.... Kapkara siyah...
Ve tutku ve ask ve sehvet...
Ve kadin... Damarlarina kadar ve son nefesine kadar kadin...
Ve erkek... Durusuyla ve varligiyla erkek...
Ve gitar ve yanik ses alabildigine...
Ve kiskirtici, tutsak, buyuleyici bir dans...
Ve Flamenko...
María Pagés...
Vancouver ile alakasi; gecen aksam barda tanistigim Ispanyol gencler, Maria Pages ve grubunun gitaristi, kemanisti, danscisi ve organizatoru. Hepsi cok sicak insanlardi. Beni bu inanilmaz gosteriye davet ettiler. Ben de tabii ki onlari Istanbul'a davet ettim.

Kapiya adimi birakmislar. Grenville ST. uzerindeki Orpheum Theatre'da enfes bir aksamdi.

Herkes disarda "Go Canada Go" diye bagirirken,
ben icerde yaklasik bin kisiyle birlikte Flamenko tutkusunu yasadim...

13 Şubat 2010 Cumartesi

Vancouver Günlüğü 3

Her sey cok guzel baslamisti...
Bizi havaalanindan limuzinle alip ve otele yerlestirmislerdi.
Sirketin farkli ulkelerdeki ofislerinden gelen calisanlarla inanilmaz vakit geciriyorduk.
Brezilyadan Ricardo...
Isvicreden Flavio...
Fransadan Emmanuel...
Ingiltereden Ben ve Justin...
Cinden Lan...
Polonyadan Michal...
Hollandadan Marco...
Singapurdan Irilyn...
Ispanyadan Tamara...
Amerikadan Shawn ve Charles... (The Texas Guys)
ve adini hatirlayamadigim digerleri...
Kredi kartlari, cep telefonlari, araclar, oteller, kiyafetler, ulasim bilgileri vs her sey 2010 kis olimpiyatlari icin calismamiz, ayni zamanda da olimpiyatlarin tadini cikarmamiz icin ayarlanmisti.

Vancouver tam bir eglence sehri...
Ilk iki gun egitim oldugu icin calismalarimiz yoktu ve is yerinden erken ayrilip 'Downtown' diye anilan sehir merkezine inmistik. Herkesin ustunde olimpiyatlar icin sirketin ozel hazirlattigi kiyafetler vardi ve bu kiyafetlerle toplu olarak dolasmak daha bir keyifli oluyordu. Cunku herkes bizimle konusmak istiyordu. Hatta gazeteciler roportaj yapmaya calisiyorlardi.
Ancak acilis seromonisine saatler kala yasanan talihsiz kaza herkesin keyfini kacirdi. Gurcu luger sporcusu, katildigi ilk olimpiyatlarda, henuz 21 yasindayken hayatini kaybetti.
Belki hayalleri vardi.
Belki sinisrlarini zorlamak istemisti.
Belki iyi bir skor icin hayatini tehlikeye atacak kadar cesurdu.

Herkesin yuzunde aciyi gordum.
Bu duruma herkes uzuldu.
Herkesin cani acidi.
Herkes ailesini dusundu genc sporcunun.
Hem de herkes...
Ancak Gurcu takimi buyuk bir erdemlilik gostererek seremoniye katildi.
Eger ki seremoniye katilmasalardi, eger ki acilarini herkesin gozune soksalardi; o zaman Kis Olimpiyatlari tamamen bu aci olayin golgesinde baslayacak ve oyunlar asil amacina ulasamayacakti.
Bu sebepten Vancouver 2010 Kis Olimpiyatlarinin gercek kazanani Gurcu takimi.
Cunku 2010 Kis Olimpiyatlari hep bu aci olayla anilacak.
Ve Gurcu takiminin yurekli davranisiyla...

Simdi daha iyi anliyorum;
Sanatin ve Sporun birlestirici ruhunu...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Vancouver Günlüğü 2

Uzun soluklu bir okyanus yolculuğundan sonra, sonunda aşağıda kara göründü.

Alabildiğine donmuş topraklar ve bir zamanlar aktığı kıvrımlarından belli olan nehirler...
Şimdi donmuş karla kaplılar. 38 bin feetten (11km) bakıldığında dahi insanın içini üşütüyor bu görüntü.
Eminim ki -20 derecede, kar da güzelliğini yitiriyordur.

Şimdi Montreal, Washington D.C. , Chicago üçgenine girmekteyiz.
Toronto'ya yaklaşık 1 saatlik yolumuz kaldı.
Kalan 1 saatte de uçağın kanadı kopup bir yerime kaçmazsa, keyifli bir yolculuktu diyebiliriz.

9 Şubat 2010 Salı

Vancouver Günlüğü 1

Çok defalar uçağa bindim. Ama bu kadar çok yağmur yağarken ve şafak henüz sökmemişken ilk kez...
Her zamanki gibi tüm uçuş biletlerini pencere kenarı ayarlattım.

Şimdi yapmurun saçaklara vururken çıkarttığı sesi, uçağın gövdesine vuran yağmur çıkartıyor.

Ben de pencereden, kanat ışıklarının yanıp sönmesi ile ara ara gözüken yağmuru izliyorum.

Her yolculuk içimde bir heyecan yarattığı gibi nedenini bilmediğim bir hüzünü de beraberinde getrirmiştir.

Yine aynı duygu var içimde. Hüzünlü bir heyecan bu...

Bu yolculukta daha çok yolum var. İstanbul'dan Frankfurt'a, Fraknfurt havaalanında 3-4 saat süründükten sonra Toronta ve oradan da Vancouver'a geçeceğim.

Vancouver 2010 Kış Olimpiyatları'nın IT Takımında görevliyim.

Bu arada İstanbul'da uçağa girişi beklerken, lavaboya gitmek için, çantamı birisine emanet ettim ve şöyle dedim; "Lütfen çantama göz kulak olabilir misiniz?" Sonra da düşündüm kendi kendime; acaba diğer dillerde de böyle bir değim var mıdır?

"Göz Kulak Olmak"

Bu deyimin İngilizcesi olsa ve sonra tekrardan Türkçe'ye tercüme etseler şöyle olurdu sanırım; Çantamın gözü kulağı olur musunuz?".
-Olmaz mıyız be... Ağzı burnu bile oluruz... :)

NOT: Bu satırları Frankfurt Havaalanında yazıyorum (08.02.2010)

NOT2: İstanbul - Frankfurt uçuşu boyunca, sabahın 5'i olmasına rağmen, bağıra bağıra İspanyolca konuşan iki arkadaş; size yolculuk boyunca mütemadiyen sövdüm. İnsan olup da az uyusaydınız keşke...

2 Şubat 2010 Salı

Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadında...

Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadındaydı dün akşam...
Toplaştık eski dostlar bir evde.
Oy birliğini yakalayamasak da oy çokluğunu yakaladık sıcak şarapla.
Eksikler vardı elbette.
Kimisi bir başka şehirde,
Kimisi bir başka ülkede,
Kimisi de aynı şehrin farklı diyarındaydı ama
Eminim ki şarabımızın tadı ulaşmıştır onlara da.
Hoş sohbetimizin fısıltısı ulaşmıştır kulaklarına.

"Hayat kendini bulmakla alakalı değildir. Hayat kendini yaratmakla ilgilidir."
demiş İrlandalı yazar George Bernard Shaw.
Biz de kendimize bir parça yarattık sanki dün akşam.
Hatırı yıllarca unutulmayacak bir parça...

Sonra bitiverdi gece.
Zamanın ne çabuk aktığını fark edemedik bile.
Geriye kaldı Bir Kadeh Sıcak Şarap Tadı;
Damaklarımızda...

19 Ocak 2010 Salı

19.01.2010 Türkiye

Tekel işçileri; 36 gündür Ankara'nın ayazında eylemde...
Doktorlar; "Tam Gün" eylemde...
Eczacılar; eylemde...
Emekliler; kuyrukta...
İstanbullu itfaiyeciler; grevde...
Hrant Dink; unutulmakta...
Abdi İpekçi'yi öldüren, Papa'ya suikast düzenleyen Ağca; Sheraton Otelde...
Basın ordusu; Ağca'nın peşinde...
Komiklik; bunun neresinde?

15 Ocak 2010 Cuma

Bir "Anı"

Gün doğarken ve batarken...
Günler geçerken...

Ve Dünya değişirken...

Twitter,facebook,myspace...

"Yeni Dünya Düzeni" duyguları çürütürken...
"BİZ"den bir şeyler kopup giderken...
Çok eskilerden bir şiir geliyor aklıma.

ANI
"Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak bir şey değil
Apansız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken o dalgınlık da bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar, arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur sadece
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak bir şey değil
Çaresiz geliyor aklıma"

Melih Cevdet ANDAY

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bir İtiraf...

Bir itirafım var kendime.
İçinde yaşadığım hayata dair...

Gitme isteği var içimde.
Bu düzenden kopup,
hayalimdeki gerçeğe dönme isteği...
Bu sistemin bize sunduğunun dışına çıkma isteği...

Hayır şikayetçi değilim yaşadığım hayattan.
Tam tersine çok memnunum ve mutluyum.
Ailemden, dostlarımdan, işimden, içinde yaşadığım şehirden...
Bu "Big City Life" içerisinde bana yüklenmiş olan 'Karakterden'...

AMA bu benim düşlediğim hayat değil.
Bu sadece bize sunulan düzenin içerisinde kendimize bulduğumuz yerin,
devinimlerimizle şekillenebilmiş hali.
Bu sadece bir yanılsama...
Bu sadece bir yaşam mücadelesi...

ASIL hayat hayalimizdeki...
O hayata, hayallerimdeki yere gitme isteği var.
Tek düzenin, doğanın düzeni olduğu yere gitmek.
Doğaya ait hissetmek ve sadece onu yaşamak.
Lacivert bir ülkede yaşamak.
Hayalimdeki ülkede...


Biz bu düzendeki figüranlarız.
Her geçen günün içerisinde, iyice küçülen rollerimizi yaşıyoruz.
Oysa ben kendi rolümü oynamak istiyorum.
Yüzümdeki maskeden kurtulup,

kendi filmimin başrolünde yaşamak istiyorum.
Mavilikler içerisinde boğulmak istiyorum.

Kim bilir belki de küçük bir yelkenlide, denizle boğuşarak geçirilmiş 2 gün;
kendi filmimizden bir parça olabilir.

Şimdi içimi ürperten bu gitme isteğine karşı koymam gerekiyor.
Çünkü mutluluk paylaştıkça artmıyor, GERÇEK oluyor...


(Dostum Ali'ye ithafen...)