2 Mart 2012 Cuma

Bundan sonrası ancak...

Çalan telefonla irkildi. Onun aradığını gördüğünde içindeki yersiz ürperti daha da belirgin bir hal aldı. Bir yandan yürüyor bir yandan şaşkınlığını gizlemeden elindeki telefona bakıyordu. Günler sonra aramasının bir nedeni olmalıydı. Bütün olasılıkları aklından geçirdi. En derin acıtanını bile bir an yaşayarak yutkundu. Yürürken aslında bir başka dünyada emeklemeye çalıştığının farkındaydı. Tüm düşünceler kafasının içerisinde sessiz bir fırtına kopartırken, bakakaldığı telefonun sustuğunu bile fark etmeden yürümeye devam etti.

Maria Puder’in onu, yaşananları konuşmak için, akşam yemeğine davet ettiğini, cesaretini toplayıp onu geri aradığında öğrenecekti...

“Hoş geldin Raif” dedi Maria’nın gözleri. Tedirgin ve ürkekti.
Öfkesi, hiddetini ölçemeyeceği bir büyüklükte avuçlarının içerisinde duruyor, onunla ne yapacağını bilemiyordu. Bu onu karanlık suskunluğunda daha çok boğuyordu. Kendini bir bıraksa içinden öyle bir alev yükselecekti ki artık önüne kendisi bile geçemeyecekti. Her şeyi içine çekecek ve kendi ruhuyla birlikte yok edecek bir alevdi bu. Maria, kendi içinde büyüyen bu belirsiz yıkımın hiddetinden ürperdi. O, kendisine açtığı iç savaşında düşmanının tarafında olmayı seçerken Raif karşısında durmuş öylece onu seyrediyordu.
Maria, Raif’in bakışlarını, ancak içindeki ateşe benzin dökercesine yudumladığı şarap bardağını eline aldığında fark etti. Tüm yokluğun içerisinde ve insan riyakarlığının, kurnazlığının, zavallılığının karıştığı tüm gerçekliğin dışındaki bir anda var olan gözlerdi tetiği çeken ve bir anlık gördüğü o kara gözlerden korkuyla koşarak kaçtı Maria Puder. Öyle bir korkuydu ki bu, geride tüm içselliğini bırakarak kaçmak bile kifayetsiz kalırdı. Kaldı da... Maria kaçtıkça ensesinde nefesini hissediyordu o bakışların. Kendini geride bıraksa da, zihninin içerisine yerleşmişti o bir anlık bakışlar. Tüm gücüyle kaçsa da bedeninin, içerisine çekildiğini hissediyordu. Ellerinden, kollarından asılıyor belinden gerisin geri çekiyordu onu. Bir girdabın içerisinde kaybolmak gibiydi ve istemese de kendisi de bu karanlık boşluğa ruhunu bırakacağını biliyordu.

Raif, karşısında durmuş öylece onu seyrediyordu. Bakıyor, bakıyor anlayamıyordu. Gözleri yüzünün tüm hatlarında dolaşıyor ve zihni, sanki benliğini dışlarcasına, gözleri ile ayrı bir bağ kurmuş kendi nehrinin akışında seyrediyordu. Neredeydi? Zaman ve mekan yitip gitmişti. Dünya’nın dışında bir başka evrenin boşluğunda gibiydi. Kendi ruhunu, Maria’nın saçlarından süzülüp o narin boynunda dolaşırken seyredebiliyordu. Nefes aldıkça şekli değişen minik dudakları, iç savaşından kalan kızarmışlığı hala taşıyan yanakları, masumiyetin anlamı olan yuvarlak hatlı minik çenesi, hayal dünyası kadar büyük gözleri ve çocukluğunda erik çalmaya, bağlara gittiği patikaları andıran kaşları... Maria Puder karşısındaydı. Raif bu anın anlamını idrak ettiğinde artık çok geçti.
Aşkın zulmü Maria Puder’i çoktan boşluğuna çekmiş ve Raif’in gözlerine prangalamıştı.
Ve Raif, yüreğine saplanan bir bıçak gibi keskin bir şekilde bu zulmü yüreğinde hissetti.
Bundan sonrası ancak yıkım olabilirdi...

Hiç yorum yok: