1 Mart 2016 Salı

AnKARA Gün

O sabah her zamankinden daha erken kalkmıştı.
Pencereden dışarıya baktığında, yüzünü yeni gösteren güneş etrafı aydınlatmaya çabalıyordu.
"Güzel bir gün olacak" diye geçirdi içinden.
Güneşli, güzel bir gün...
Pencerenin önünde sıralı duran rengarenk menekşelere baktı.
Biraz susuz kalmışlardı sanki,
gitti bir bardak suyla geri geldi, suyu hepsine azar azar pay etti.
Oldum olası menekşeleri severdi,
tıpkı annesi gibi...

İşe geldiğinde, her zaman olduğu gibi mesai başlamadan önce tüm memurlar kahvaltı için toplandılar.
Her gün evden getirdiği kahvaltılıklarını yemesine rağmen o gün canı istememiş, iş yerinin köşesinde duran ve denizli şivesi ile konuşan teyzeden simit almıştı.
Simitçi teyzenin iki kızı bir de oğlu vardı.
En küçükleri olan Ömer henüz 8 yaşındaydı ve ikinci sınıfa gidiyordu. Biraz yaramazdı yaramaz olmasına ama hangi çocuk değildi ki...
Büyük kızı geçen yıl ankara üniversitesi hemşirelik fakültesi'ni kazanmış ve üniversiteye başlamıştı.
Belli ki simitçi teyze, kızının üniversiteyi kazanmasıyla gurur duyuyordu.
"Çoçuklaam için gızım, onlaan okul barası için çalışıp durum..." derdi her seferinde.
Hep güler yüzlüydü simitçi teyze ve bununla ün salmıştı.
Canı sıkkkın olan her kim olursa, sabah mutlaka ona uğrar, teyzenin güler yüzü sayesinde bir nebze olsun gününü aydınlatırdı.

Her ne kadar o gün içinden çalışmak gelmese de yapılması gereken çok evrak işi vardı.
Haftanın ortası olmasına rağmen önünde biriken evraklar sanki hiç azalmamış gibi bekliyor ve hepsinin de cuma gününe yetişmesi gerekiyordu.
Kaybolup gittiği evrak yığınları arasında düşüncelere dalıp gitti.
Alper'i düşündü; 10 yaşındaki oğlu Alper...
Epey zamandır okuluna uğrayamıyordu. Her ne kadar öğretmenleri Alper'den gayet memnun olsalar da, onunla yeteri kadar ilgilenemediği düşüncesine kapıldı.
"En kısa zamanda okula bir uğramalı" diye geçirdi içinden.
Kızı İrem'in üniversitesinde her şey yolundaydı.
Kızına sonsuz güveniyordu; "babasından almış hayata karşı dik ve sağlam duruşunu" diyordu.
Ve kocası Osman...
O gün iş için İstanbul'a gitmişti. Şimdiden özlemişti onu.
"Sevdiğim adam, çocuklarımın babası, kalbimin sahibi Osmanım..."
Ne güzel bir gülüşü vardı Osman'ın,
O gülünce sanki bahar gelirdi.
Aslında epeydir kedisine çiçek almamıştı.
Normalde sık sık elinde çiçekle çıkagelirdi.
Bazen anlamsız bir tartışmanın özrünü dilemek için, bazen sebep dahi aramadan...
Unuttu herhalde şu aralar diye düşündü. 
Onun da işi başından aşkın...

O gün hemen bitmişti, oysa biriken işleri istediği kadar ilerletememişti bile.
Ne çabuk da geçmişti gün...
Bir gün daha bitiyor diye içinden geçirirken sakin ve yavaş adımlarla servis araçlarına doğru yürüyordu.
Ankara akşamlarında insanı rahatsız eden bir huzur olurdu bazen; işte öyle bir akşamdı.

Serviste hareket saatini beklerden camdan dışarı baktı.
Karanlık, soğuk Ankara akşamında insanlar oradan oraya koşuşturuyor, evlerine gitmeye çabalıyorlardı.
Trafikte durup kalkan araşların farları akşamın rengini sürekli değiştiriyordu.
"Ne tuhaf..." diye geçirdi içinden.
"Hayat denen bu koşuşturmaca; ne tuhaf..."
İç sessizliğinde dalıp gittiği düşünceler büyük bir gürültüyle sarsıldı.
Bir anda her yer aydınlandı.
Gözleri bir alev topunun içinde karardı ve tüm ışık kayboldu gitti.
Kulaklarını kaplayan uğultuda boğuldu çığlıklar. Geriye sade o büyük çınının içinde uğultular kaldı.
Bedeninin her yerine sanki iğneler batırılıyordu.
Vücuduna yayılan o büyük acı yavaş yavaş hafifledi.
Kızı İrem geldi aklına o an; her şey yolundaydı değil mi üniversitesinde???
Peki oğlu Alper?
Epeydir boşlamıştı onun okuluyla ilgilenmeyi.
Osman; yüzü güleç sevgilim...
Hadi artık dön işten, çok özledim.
Kulaklarında duyduğu uğultu giderek azalıyordu.
Hiçbir şey duyamaz oldu sonra, kendi iç sesinden başka...
Uykusunun geldiğini hissetti.
Yorucu bir gün olmuştu, işler de birikmişti epeyce...
Annem çok üzülmese bari...
Düşkündür bana...

Neydi şimdi bu?
Kader miydi? 
Alın yazısı mı?
Böyle olur muydu?
Böyle biter miydi?
Kim yazıyordu bu sonu?
Neden yazıyordu?

Kızım; İremim...
Oğlum; Alperim...
Osmanım; güleç yüzlü sevgilim. 
Çok yorgun hissediyorum, uykum var.
Hadi evimize götür beni, biraz uzanıp dinleneyim...



Bu yazı 17 Şubat Ankara saldırısında hayatını kaybedenlerin anısına Fevziye Kayış ve ailesine ithaf edilmiştir.

Hiç yorum yok: