2 Ekim 2008 Perşembe

Bir Son-bahar yazısı

Bu bir Son-bahar yazısı...
İnsanın kendi özüne, sanatın ve düşüncenin doğduğu yere; doğaya dönmesine dair bir yazı...
Rüzgarın şair sesinin duyulabildiği ve yıldızların uzak şehirler gibi selam ettiği yerdeyim.
Tekrar doğanın içindeyim. Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi...
Geceleri uyuyan bedenlerden ayrılır ruhlar burada ve görülmemiş diyarları, tadılmamış tatları tanımak için yol alırlar. Ağustosböcekleri sarhoş naralarıyla yol gösterir kaşif ruhlara.
Benim de ruhum dolanır bu gerçekler dünyasında.
Kör kaptanın denizfenerlerine bakıp bulduğu limanları gezer ve sağır sultanların işittiği denizkızlarının lirli ezgilerini dinler gizli kıtalarda.
Çıkar gelir tan vakti, uzanır bedenimin yanına. Bir ninni söyler kulağıma, anlatır gördüğüm düşleri bana.


Bir de nar ağacı var burada konuşan. İrili ufaklı, kırmızımsı cümleleri o kadar çok ki; boynu cenk sonrası yorgun bedenler gibi bükülmüş ve cümleleri teker teker dökülmüş yere. Yarılmış cümlelerden kelimeler toprağa saçılmış. Yine de susmuyor, her geçene bir cümlecik ikram ediyor.

Tabii bir de Su...
Günebakanları aşıp da geldiğim son yolculuğumdan kalan Su.

Aslında bir yasemin çiçeği...
Son gelişimde bahçenin girişine diktiğim ve adını Su koyduğum yasemin çiçeği...

Ona Su dememin sebebi???

Sebebi yok.
Onun adı Su...

Rüzgarla çiçeklerinin kokusu burnuma çalındığında beni alıp götüren ve kokusunu her içime çekişimde eski, güzel anıları hatırlatan Su...

Son-baharla birlikte yaseminleri üzerinde solmuş olsa da
kokusu hep aklımda...

Hiç yorum yok: