9 Haziran 2008 Pazartesi

İşte böyle delicesine...

Bir gün yolda yürüyordum, durdum düşündüm.
Dedim ki;
Gördüklerime öfkelendim.

Duyduklarımla hayrete düştüm.
Yoruldum da vazgeçmedim, devindim durdum.
Kötü öksüz bir dünya bu dedim.
Akıp gittim bu dünyanın içinde, bazen hüzünlü ve kırık bazen de coşkulu ve yürekli bir yaşamda...
Söylemediklerime hep hayıflandım da söylediklerimle mi var oldum?
Kentler, köprüler, uzayıp giden yollar...

Hepsini gördüm ve hepsi de benim hayatımı gördü.
Daha sanatçı ruhluydu hayatım ama siyasetten de hiç kopamadım.
Hep dedim "siyaset çok çirkin bir şey,değiştiriyor insanı...". Dedim de, büyük balığın küçüğü yutmasına da susup bakamadım.
Bizden kopup bize akan çorak ilde seller bizimdi. Yanıp gitmişti gökte mavi. Yere yağan küller bizimdi.
O yangın yerinde yürüdüm bir damla da ben olurumu umdum.


Deniz kokusunu aldığımda fark ettim Maviyi.
Şair İstanbul'u gözü kapalı dinlemişti ya hani ben o kadar duygusal olamadım. Açtım gözümü yumdum sözümü baktım durdum.
Çok güzel arkadaşlarım oldu, çok kötüleri olduğu kadar.
Alemlere gittim ama yine dilim sivri kaldı, rakı, roka kar etmedi.
En çok da kuşlara özendim. Bu kadar kutsanmış varlıklar olmalarını hep hayretle karşıladım.
Düşündüm uzak diyarları.
Görmediklerimi ve bilmediklerimi...
Doğdukları yerde ölenleri...
Ufka baktığımda biliyordum yalnız değildim. Onlar da bana bakıyordu diğer taraftan.
El salladım, hiç tanışmadığım ve belki de hiç tanışmayacağım dostlarıma.
Dostoyevski söylemişti, "Dünyayı güzellik kurtaracak..." demişti Budala romanında.
Anlatamadım güzelliğin içimizde olduğunu. Belki de ben yeteri kadar anlayamadım.
Çok uzaklardan geçen gemilere daldım. Hep merak ettim gelirler de bir yerden, giderler nereye?

Rüzgar hep önemliydi benim için. Uçurtmayı uçuran oydu, yelkenleri doldurduğu kadar.
Şarkılara sığınırdım yaprakların döküldüğü zamanlarda.
Anlaşılmayı bekledim, anlamaya çabaladığım kadar.
Güldüm...
Evet çok güldüm.
Ağız dolusu güldüğümü hatırlıyorum çok defa.
Türküler söylediğim zamanlar sanki biraz geride mi kaldı ne?
Ha bi de bulutların kimi zaman bana gülümsediğini hatırlıyorum.
Konuşan ağaçları ve şakalaşan yıldızları...
Ay hep huzur doluydu, onu hiç sinirli görmedim.
Akan sular susmayan ozanlar gibiydiler, gelirdi sesleri kulağıma, dağdan ovaya.
Sarp kayalar vardı, bilge edasıyla oturur göğü izlerlerdi.
Hınzır bir çocuktum kimi zaman, bilirim.
O günler gitti gider diye düşündüğüm çoktur, neye yarar hayal kurmak o yıllar gitti gider dediğim.
Bunları derim de gelecek günleri de iple çekerim.
63 yaşıma girdiğim gün 'Üstad sanki biraz yaşlandın mı ne?' diyeceğime söz verdim kendime.
Bu sözümü hatırlarsam da '63 oldun ama bak zehir gibisin, hala sözlerini hatırlıyorsun, seni seni ;)' diyeceğim ama.
Kar altında deniz düşü işte benimkisi. Kıranlara selam olsun.
Bu kadar kısa sürede bu kadar çok şeyi nasıl düşündüğümü de düşündüm.
Aslında beklediğim minibüs önümden geçip gitmese, düşünmeye de devam edecektim sanırım :)

Dedim kendime '
İşte böyle delicesine, onurlu bir şey yaşamak...'

Hiç yorum yok: