16 Kasım 2007 Cuma

Kalbim Ege'de Kaldı

"...
gurbete kaçacağım,
gurbete tükenmeye,
kopup yalnızlığımdan,
kopup sonsuzluğumdan,
gurbete kaçacağım,
gurbete tükenmeye..."
Aramızda sınırlar olmasa da, farklı bir dil konuşulmasa da, yabancılaşmasak da burada, gurbetteyiz işte, EGE'den uzakta...
Neydi bizi oraya ait kılan. Toprağı mı? Suyu mu? Havası mı? İnsanı mı? Burada yok mu onlar? Özlemini çektiğimiz şeyler bunlar mı???

Çocukluğum EGE’nin Aydın iline bağlı Nazilli ilçesinde geçti. Yukarıdan bakıldığında geometrik şekillerin, özellikle de karelerin, şehri olan güzel Nazilli’de... Türkiye’nin ilk basma fabrikası olan Sümerbank'ın ATATÜRK tarafından kurulduğu ve Cumhuriyet Kuruluşu sonrası kalkınmanın ilk adımlarının atıldığı şehir olan Nazilli'de... Dağlarını zeytinliklerin, ovalarını pamuğun, tütünün, portakal bahçelerinin kapladığı; YÖRÜK çadırlarının, EFE yüreğinin eksik olmadığı yerde...

Evimizin bir cephesinden dağlar gözükürdü. Zaten EGEliler bilir, şehirler hep iki dağ arasındaki dümdüz, aralarından kıvrıla kıvrıla akan ırmaklar geçen, verimli ovalara kurulur. O dağları hiç unutamam. Çünkü, pek çok çocukluk anıma ev sahipliği etmişlerdir. Yağmuru da, rüzgarı da onlar getirmişlerdir ovaya usulca... Çıkmışızdır pikniğe de zeytin toplamaya da o dağlara...

EGE'nin köyleri de bir başkadır hani. Köy kahvelerinde MAO'nun, MARKS'ın fotoğrafları asılı olanı da vardır, siyanürle altın aramaya geleni kovalamak için cephanelik bulunduranı da :)
Güzeldir köyleri EGE'nin. Giderdik çocukken sık sık köye.Köy evinin bahçesinde biraz oyalandıktan sonra kaçardık hemen dışarı, dağ yamacındaki bahçelere doğru. Hele bir de bahar geldiyse... Oh oh deymeyin keyfimize. Köyde arkadaşım Baha ile çıkmışızdır dağlara doğru. Bağlardan çaldığımız üzümleri, yemişizdir yaslanıp MAVİ göğün göğsüne. Dalmışızdır erik bahçelerine. Tırmandık mıydı bir de dallara, muhabbetimizi ekşitemezdi yeni yeten erikler ama suratımızda bi ekşime...
ben: çırçır olucaz oğlum karnım ağrıyo vallahi hehe...
Baha: boş ver yaaa :D bak ne dicem, ben konservatuvara girmek istiyorum biliyo musun...
ben: yaa süper :P abi vallahi ben çırçır oldum :D

Baha: hadi kahveye gidip gazoz içelim. Koş gazozlar benden.. (der ve daldan hoop aşağı atlar, ablamlar için topladığımız eriklerin torbasını da alarak...)
Koşularak gidilir gazoz almaya.Cepler iyice aranır taranır çıkan paralar denkleştirilir gazoz için. Tabi köylülerin konuşmaları daha bi şiveli olunca oturup bi köşeye onları dinlemeye doyamazdık :)
"Uleyn bizim çoban Mustafali geçen yukarı yakeye varıp gelen dediydi de yakecek getiren diye. Len cavırın domuzu getirip duruukene devirme mi çalı çırpıyı garabaştan garee. Gökde düğün vaa desen merdivenleri dayar çıkar, ettiri ettiri vemesini bilir de iki eliyle bi boku döktüremiyo gari gahbe analı..." :D
EGE Dostluğun da simgesiydi bizim için. Karşı kıyının buhusuna dalar giderdik, kimi zaman Didimden, kimi zaman Kuşadasından... Aynı rakıyla dumanlı,dillerimizde aynı şarkı vardı karşı kıyıyla; da 'DÜŞMAN' komuşlardı ya bi kere adımızı. Biz yine de EGE'nin dilini konuşuyorduk, kulağa farklı seslerle gelse de... Komşu olmak yazılmıştı bi kere alnımıza.Kim değiştirebilirdi ki bunu??? Dostluktu adı, EGE'nin MAVİsine kazınmıştı tadı...


EGEmin EFEsi de yamandır hani. "Konuşur bıcağımız da şu bağlamamız kadar, iyi bilsin arkamızdan laf atıp tutanlar" ;)

Zeybekleri saf tutmuş bekler İzmir'in içinde, ellerinde nargile...

Böyle işte EGE...
Nereye gidersem gideyim, KALBİM EGEde...

Hiç yorum yok: